iki yıl sonra, 1907 aralık sonu.IV
gençlik denen ağaç dallanıp çiçek açmış, kızcağızın üstüne bir gölge misali çökmüştü. zayıf bünyesi yerini kasa ve kiloya bırakırken zaten hep uzun olmuş saçları beline düşüyor, simasındaki çocuksu tatlılığı solup kadınsı bir güzelliğe filizleniyordu. hareketlerine azami bir zarafet ve naiflik eklenmiş, yıllar boyu kulluğunu ve hizmetçiliğini yapmış adamları bile aşkına divane etmişti. oysaki değişikliklerin belki de en büyüğü, genç kızın zihninde gerçekleşiyordu.
sultan efendi babasının muhkem yumrukları zamanla kudretini yitirirken haberlerin şiddeti de bir o kadar artmış, muhalif dergi ve gazeteler sarayın köşelerine kadar yol almıştı. bu kaynaklardan nasibini alan genç kız, hassaten içtihat olmak üzere pek çok meşrutiyet yanlısı kaynağı tüketmiş ve değerlendirmişti. ağabeylerinin aksine devlet eli altından geçen kaynaklara teveccüh göstermiyor, padişaha övgü düzen habercileri art niyetli görüyordu. memleketin dört bir yanında kongreler düzenlendikçe uykusuz geceleri artıyor, akşam vakti gaz lambasını açıp uzman olduğu fransızcasıyla münevverlerin yazılarını okuyordu. her ne kadar bu mühim hususlarda fikri alınmasa da yurdun dertlerine çözüm bulmayı kendine görev biçmiş, babasının bir pençeyi andıran tırnaklarından kurtulabilirse neler yapması gerektiğini düşünüyordu.
ancak gerçekleştirmeyi dilediği işlerin önünde birtakım engeller var idi. her çağın ve her coğrafyanın katili olan gençlik sur olmuştu karşısına; sözü ne olursa olsun yaşlılar, yetişkinler bir çocuk gözüyle bakacaktı kendisine. ve sözlerinde haklıydılar da, şayet genç kız daha on beşine basamamıştı bile, ancak yaşça küçük kalması cümlelerinin değerini alçaltır mıydı? genç kız çekmek zorunda kaldığı muameleyi haksız buldu. eğer çenesine düşen bir sakalı ve kendine ait azıcık da bir parası olsaydı, işte o zaman, insanlar nihayet onu bir dengi gibi görebilirlerdi.
"hanımım!" sesinin yüksek çıkmamasına özen gösteren muhafız etrafı kontrol etti, "size haberlerim var."
"evet, tevfik efendi?" diye karşılık verdi genç kız. tesadüfen adamın muhalif olmasını keşfetmesi üzerine onu kendine yakın tutmuş, başkent ve başkent dışı haberleri getirmekle görevlendirmişti.
"dört gün önce, 27 aralıkta, jön türkler bir kongre düzenlemiş! ama ta fransa'da." sır verirmiş gibi genç kıza eğildi, "hanımım, sanırım memlekette toplanmaya korkuyorlar. bu yüzden anadolu'da kongre vermeye hiç yanaşılmıyor."
"keşke verilse, o zaman gider ve bana konuşulanı anlatırdın." genç kız iç çekti, "lakin yaptıkları doğru değil. korku vakti mi hiç? yurdun kendisi olan anadolu'yu dışlayarak hiçbir yere varamayız. çoğunluk olan avam ile azınlık olan münevverler kol kola yürümeli ki terakkinin temeli olan ittihat sağlanabilsin."
"çok haklısınız hanımım!" şu son bir yıldır her buluştuklarında yaptığı gibi genç kıza destek çıktı, "keşke saraya bir esir gibi bağlı olmasaydınız, o zaman gidip bu karmaşayı yönetebilirdiniz. doğrusu, sizin gibi liderlere ihtiyacımız var."
genç kız acı acı gülmekle yetindi. bunu o da çok dilemişti.
"neyse efendi..." genç kız boş koridoru izledi, "bu gece yılbaşı, gidin artık çoluk çocuğunuzun yanına. ben de çalışmalarıma devam edeyim."
"emredersiniz hanımım!" adam yanından ayrılmadan önce son bir telkinde bulundu, "lakin siz de kendinizi çok yormayın, yeni yıla güzel bir giriş yapmak gerek."
genç kız başını sallamakla yetindi. böyle günlerde yalnızlık ve çaresizlik içine bir başka siniyor, yüreğindeki iyi huylu imrenişleri yer yer acıya ve kıskançlığa çeviriyordu. hep sahip olmayı düşlediği ailesinin yokluğunu kitaplarla, işle kapatmaya çalışmışsa da bunda şu ana kadar muvaffak olabilmiş değildi. ve bu eksikliğini de en çok herkesin yuvasına döndüğü bayram ve yılbaşı gibi gecelerde hissediyordu.
kapı pervazından odasına baktı. çiçek işlemeli büyükçe halısı, çift kişilik kahverengi yatağı, ahşap çalışma masası, yıldız oymalı gardırobu ve içerikleri temizlikçiler tarafından okunamasın diye ciltlediği kitapları her zamankinden daha boş hissettiriyordu. genç kız, odaya girmek istemediğine karar verdi. biraz sarayda gezinecek, gece yarısına doğru da giyinip balkona çıkacaktı.
boş koridorlarda yürümeye başladı. muhtelif gecelerde sarayı turlamış, izni olmadığı pek çok odaya girmişti ancak burayı hiç bu kadar sessiz gördüğünü hatırlamıyordu. demek ki garplıların bayramı memlekette cidden yer edinmeye başlamıştı. genç kız pek şaşırmadı.
nihayet salona varmıştı ki odanın zaten dolu olduğunu fark etti. ağabeyi istanbul koltuğa kurulmuş, elinde yarısı dolu bir bardakla, sessizce terası izliyordu. yüzünü okumak zordu ancak genç kız, ağabeyinin mutsuz olduğunu hissetti.
"yanına gelebilir miyim?" istanbul yalnız olmadığını yeni fark etmiş olacak ki şaşkın şaşkın genç kıza baktı, "tabii, buyur."
genç kız, ağabeyinin hemen yanına oturdu. öyle ağım şahım bir ilişkileri olmamalarına rağmen şüpheye yer yoktu ki ağabeyleri arasında en yakın olduğu kişi istanbul'du. şu son iki yılda birbirlerini anlayacak olgunluğa erişmiş, aynı yaradan muzdarip olduklarının bilincine varmışlardı. en azından ağabeyinin, varlığından rahatsız olmadığını biliyordu ve bu genç kız için yeterliydi.
"o yetişkin içeceklerinden mi içiyorsun?" ağabeyi güldü ve elindeki bardağı kaldırdı, "kastettiğin elimdeki alkolse, evet, o yetişkin içeceklerinden içiyorum. neden sordun? hoşuna gitmedi mi yoksa?"
"yok, o yüzden değil." bardağı büyük bir merakla süzdü, "ben de tadına bakabilir miyim? erkek masasına sürekli gönderiyorlar ama harem kısmında yasak."
"yani... pek iyi bir fikir değil gibi, beğenmezsin zaten." genç kız bu sözler üzerine ağabeyine tatlı tatlı gülümseyip bir kez daha ricada bulundu, "ama çok merak ediyorum- söylediğin gibi hoşuma gitmeyecekse endişelenecek bir şey yok demektir, sevmediğim şeylerin müptelası olmam ben!"
"peki o zaman." iç çekip bardağı genç kıza uzattı. genç kız da bardağı alıp kokladı, içki çok çirkin kokuyordu. ama ağabeyi lıkır lıkır içtiğine göre böyle kokmalıydı zaten.
içkiden küçücük bir yudum aldı ancak bu miktar öksürerek bardağı ağabeyine uzatmasına yetmişti bile. o iri cüsseli adamların ya da ağabeyinin bundan nasıl zevk aldığını anlayamamıştı. ama ağabeyi, ekşittiği yüzünü komik bulmuş olacak kahkaha atıp bardağı elinden aldı. bir süre sonra da eli, genç kızın başında bitti.
"iyi misin?" genç kızı yatıştırmak ister gibi başını okşuyordu, "sana dedim ama değil mi? neyse, en azından bir daha içmek istemezsin."
"meyve suyu, ayran gibi güzel şeyler içmemen benim suçum değil!" diye ağabeyine sitem etti genç kız, "vişne suyunu elindeki o zıkkıma her gün tercih ederim."
istanbul, genç kızın sözlerine gülüp elini uzattı. aslında amacı sırtını yaslayabilsin diye koltukta yer açmaktı ancak kızcağız onun yerine ağabeyine sarılmayı tercih etti. aylar ilerledikçe ağabeyinin yaşaran gözleri daha alışagelmiş bir manzaraya dönüşmüş, babasının yanında tir tir titremelerine daha çok şahit olmaya başlamıştı; bu yüzden de genç kız, özellikle de ağabeyi öyle kollarını açınca, sarılıp teselli etmenin derdine düşmüştü.
"kardeşlerimiz nerede?" diye sordu genç kız, hâlâ daha ağabeyine sarılıyordu.
"islamcılık, ahbaplarıyla dışarı çıktı. osmanlıcılık yatağından kalkacak kadar iyi değilmiş, türkçülük de sokaklarda sürtüyor işte." kız kardeşine daha sıkı sarılıp onu kendine çekti, "burada olmamaları daha iyi zaten. o kadar canımı sıkıyorlar ki, keşke hiç gelmeseler buraya. seni, onlara kıyasla bin kez tercih ederim."
MİNNOŞLARIM!!! türkiye ve istanbul'u görünce çıldırıyorum, bebeklerimi çok seviyorum ya. sonraki iki bölüm hikâyenin gidişatını etkileyecek bu arada. umarım beğenmişsinizdir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
göç mevsimi || ch
Fiction généralebirinci dünya savaşı/erken cumhuriyet dönemi fici. türkiye odaklı. 1904-1923.