1915 başı.XXIII
istanbul'un hıçkırıkları taş duvarlı evi doldurdu. terle karışık kanı pantolonunun paçalarından damlıyor, halatla gerilmiş kasları zonkluyor, gözlerinden dökülen yaşlar yaralarını yakıyordu; kendine ait ne bir gündüzü ne de bir gecesi vardı, ele esir düştüğünden beri bir tek anasını sayıklar olmuştu.
"ne büyük zayiliktir ki, güçlü tohumlar tatsız meyvelere gebe olur. en kuvvetli, kadir ağaç bile filizlenen fidanına gölge olsun diye eğer başını. şimdi dahi, vatanınıza yaptığım iyiliği bir tek osmanlı takdir edecek. zira sadece o biliyor güçsüzle ahbap olmanın zulmünü." rus imparatorluğu bir türlü hıncını çıkaramadığı oğlana baktı. asyanın diğer sahipleri gibi o da bir hastalıktan muzdarip, ara sıra gözünün akı gidecek kadar delirmişti. işkence esnasında öyle kendinden geçiyor, öyle bilincini yitiriyordu ki avcundaki kanın istanbul'a mı oğluna mı ait olduğundan bile emin değildi.
"sakın ağlayayım deme, benden kaçarak kendi ilini kuracağını mı düşünmüştün?" oğlana bir darbe daha indirdi, "soyun tek çürüğü olan seni, tanrı bir oğul ol diye vermedi bana. seni disipline etmeye çalışmamalı, o çirkin suretini yontmamalıydım; aksine aynı ibrahim'in ismail'i gibi tanrı seni de bir kurban olarak müjdelemişti bana. ah, tanrı'm, geç dahi olsa adına kesilecek olan bu kurbanı almayacak mısın?"
istanbul hiç bu kadar korkmamış, hiç böyle ağlamamıştı hayatında. sovyet böyle mi yetiştirilmiş, bundan mı kaçmıştı? şayet öyleyse, onun kefaretini neden kendisi ödeyecekti? titreyen çenesini ve haykırışlarını zar zor bastırıp küçüklüğünde öğrendiği birkaç duayı fısıldadı. onu kurtarmaya kimse gelmeyecekti.
"haha..." yaşlı adamın eli yüreğine gitti; nefesleri istikrarsızlaşmış, geriye doğru yalpalamaya başlamıştı. odayı acilen terk etmeden önce dudaklarından tek bir kelime döküldü: "siktir."
uzun süre sonra yalnızlığa kavuşan istanbul, ciğerlerinin de izin verdiği kadar bir nefes aldı ve kafasını arkaya atıp gözlerini kapattı. o gelmeden buradan kaçmanın bir yolunu bulmalıydı.
kanıyla gevşemiş ve kaygınlaşmış düğümden ellerini çekmeye çalıştı. sürtünmeden dolayı bileğinde bir acı alevlenmişse de dişlerini sıkıp sol elini kendine çekti, bir süre sonra da iki elini kurtarmayı başardı. ayaklarındaki ipleri çözmesi biraz daha vakit aldı, zira zaten hasarlı ve uyuşmuş ellerinde pek az güç kalmıştı.
zar zor ayağa kalktıktan sonra korkar adımlarla kapıya yürüdü. rus imparatorluğu gerçekten kötü olmalıydı ki kapıyı kapatma gereksinimi bile duymadan hücreden ayrılmıştı.
ancak garip olan bir tek bu da değildi; rus imparatorluğu yalnız başına konaklıyor olacaktı ki bir er dahi görmeden, duvarlara tutuna tutuna dış kapının önüne ulaştı. menteşeleri pek eski görünen kapıyı yavaşça aralayınca hiçliğin içinde olduğunu fark etti. taş evin yakınlarında tek bir konut yoktu ve görüşündeki tek yerleşim yeri dağın eteklerinde kalıyordu.
tam yırtık ayakkabılarıyla kara adım atmıştı ki bir çift bot izinin evinin arkasına doğru uzandığını gördü. yaşlı adam arkada olmalıydı. kapıyı kapatıp aşağıya doğru yürüdü. ayak izlerini kapatmanın bir yolu yoktu.
XXIV
türkiye, domuz misali vagonlara yüklenen erlerin yanına yerleşti. fıçıdan farksız vagonda on dört kişi oturmuş, başkentten tüten dumanları izliyordu; pek azı ana dili konuşabiliyor, ondan da azı yazabiliyordu. türk, arap, türkmen, çerkes; aynı vatanın farklı anadan doğma çocukları derdi osmanlıcılık onlara. ancak o, sağlığında ve kudretinde dahi, avamın pis bir trene bindirilip yaban topraklara gitmesinde bir sakınca görmemişti. böyle bir vefasızlık da cevapsız kalmamış, o çok sevdiği 'tebaası' kısa bir sürede genç veliahtın ölümünü unutmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
göç mevsimi || ch
Ficção Geralbirinci dünya savaşı/erken cumhuriyet dönemi fici. türkiye odaklı. 1904-1923.