XX1914 kasımı - 1915 başı
sinekkaydı tıraşlı, vaktiyle iri cüssesine epey kas katmış istanbul; köprüköy'ün eteklerine dağılmış muhabereye öncülük etmek üzere kuzeydoğuya atanmıştı. karşı tarafın ikinci kolunun çoktan erivan yolunu tuttuğundan bihaber, bir türlü iki ordunun da kuvvet kazanamadığı bu mütarekede mahsur kalmış gibiydi. karın altında ezilmeye başladığından beri yirmi beş süvari taburu ve elliden fazla topçu saymıştı, lakin ne onlara el kalan bu topraklarda ruslar şahlanabiliyor ne de saltanatın bir sözünün işitilmediği bu tebaada osmanlılar güç toplayabiliyordu. iki ordunun eri de zor durumdaydı.
"efendim," dedi bir bey, "buz yanığı olmuş erlerde. gönderilen teçhizata gönül gersek bile -ki bundan birkaç hafta öncesinde pek de işe yaramadığına şahit olduk- bu patik ve şalvarla, iklimin kampçısı olan ermeni ve ruslara karşı koyamayız."
görmüyor muyum sanıyorsun, diye içinden geçirdi genç adam. ilk harbinden hırpalanmış bir hâlde, gözleri dolu dolu başkente mi sığınacaktı? doğrusu şuydu ki, içinde bulundukları vaziyet ne kadar perişan ve adi olursa olsun geri dönemezlerdi. zira ilk başta meclis karşı çıkardı buna.
"tayyareleri işitmiş idi ya avam, onlar da sözlerinde haklı çıktılar üstelik!" kaşlarını çatmış bey tekrardan konuştu, "trabzon'u bombalamışlar!"
"nasıl?" gözleri birer çakmak gibi alevlenen istanbul, hiddetlenip büyükçe çadırdan ayrıldı. kötü haber tez yayıldığından olsa gerek, kendisi hariç bütün alay zaten bunu biliyormuş gibi telaş ve hıçkırıklarla bir kenara çekilmiş, ağıt yakıyordu. rus ordusu cephede muzaffer olamamışsa da düşman ordusunun moralini bozmayı iyi bilmiş ve haince silahlarını sivillere yöneltmişti.
"halife bütün müslümanları harbe davet ettiğinden olsa gerek." diye mırıldandı kendi kendine, "şu soysuzlar, sizi bir elime geçirsem..!"
ancak rus imparatorluğu, istanbul'un aksine ne zaman nereden vuracağını iyi bilen bir imparatorluktu ve babasının gazabını bir pelerin gibi takınmış bu gencin kötü haberle elini ayağına dolayacağını biliyordu. dolayısıyla vaktizamanında sarıkamış'a kadar kovalanan rus ordusu, dimdik bir şekilde osmanlı erlerinin önlerine dökülmesini bekliyordu. ya savaşıp yenilecek ya da soğuktan gebereceklerdi, genç adamın komutasındaki alayın pek de seçeneği yoktu.
XXI
bay gerard'ın koluna girmiş genç kız, birkaç dakika kadar önce adımladıkları bu devasa cemiyetin yaşadıkları zenginliğe şaşırmadan edemedi. şayet gerçekten de zengin bir tüccarın kızı olsaydı ve avamın açlıktan döküldüğüne bizzat şahit olmasaydı, işte o vakit, hâli yerinde bir ulusta yaşadıklarına kanaat getirebilirdi. ancak bütün bu zenginlik ve şatafat, şüpheye yer yoktu ki sadece yabancılara mahsustu.
"akşamları burada ziyafet çekerim, yemekleri lezizdir." genç kızın gerginliğini daha fark etmemiş adam, onu kendilerine tahsis edilmiş masaya yöneltti. iki kişi için fazlasıyla büyük, yuvarlak bir masaydı bu.
"zevkinize hiç şüphe yok." dedi yerine daha yeni yerleşmiş genç kız, "merhum babacığımla pek gelirdik böyle yerlere."
adam gülümsemekle yetindi ve genç kızın ne istediğini sormadan uşağı çağırdı. mantarlı karides güveç, tuzlu su mezgiti ve kalamarla başlayan ana yemeklerin yanında girit ezmesi, deniz börülcesi ve de kabak çiçeği dolması istediklerini belirtti. deniz mahsullerini seviyor olacaktı ki, genç kızın onayını dahi almadan sofrayı bin bir yemekle donattırmıştı. lakin türkiye, bundan pek de şikayetçi değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
göç mevsimi || ch
General Fictionbirinci dünya savaşı/erken cumhuriyet dönemi fici. türkiye odaklı. 1904-1923.