Bazı gerçeklerin değerini bil Sarı Göz, seni uzaktan seven bir kalp var bunu da bil. Belki ilerde anlarsın ama gene de bunu yazmam şarttı. Bazen seni uzaktan izliyorum (gerçi bu 'bazen' kelimesine karşı gelir ama) soruyorum kendime "Niye bu kız?" zaten iki dakika geçmeden diğer kızlardan olan farkın ile neden sen olduğunu anlıyorum. Sarı gözlerin bazen beni buluyor. Bazen inadına gidiyor ve başka birilerine bakıyor, hayır belki dikkatini çekerim diye şekilden şekle giriyorum ama gene görmüyorsun. Geçen gün bana öyle bir güldün ki üstüme alındım. Daha sonra arkamda ki kişiye güldüğünü anlayınca hafif küfür ettim. Sen sakın ağlama Sarı göz olur mu? Çünkü hayat sen gülünce, ben bakınca güzel. Çünkü hayat sen uzaktan bana anlamsız bakınca güzel. Bazen uyumadan önce düşünüyorum, diğer arsız erkekler gibi olup sana asılsam böyle duygular yaşar mıyım diye. Ama daha sonra kendi soruma kendim cevap veriyorum ki, anlıyorum. Hayatta uzaktan sevmek kadar tutkulu bir şey yok. İnan bana Sarı göz, seni sevdiğimi bilsen bu tutku, bu duygu, bu stres... Anlamsız ve zevksiz olur. Hayır, tabii ki bilirsen daha iyi olur ama... Zamanı değil.
Gizli hayranın....-------------------------
Sarıgöz;Mavi bulutlar kararmaya başlayınca daha hızlı yürümeye başladım. Gene okuldan geç çıkmıştım. Havada hafif esince ürperdim, montumun fermuarını çektim ve durağa vardım. Es kartı okutup tramvay durağına girdim. Saat 17.45'de gelecekti. Şu an saat 17.25'di. Ortalama 20 dakika var geç kalma olasılığı ile 25 dakika. Tahtadan olan banka oturdum. Yere düşen damla ile yağmurun yağmaya başladığını anladım. 'Çabuk gelse de yağmura daha fazla yakalanmasam' diye geçirsem de içimden gelmeyeceğini biliyordum.
Tramvay barkodunun sesi gelince o tarafa baktım. İçeri siyah hırkalı kapüşonlu biri girdi, çok değil benim yaşıtımda biri. Ama tramvayın gelme süreci kadar yağmur yağarsa onun ıslanması daha fazla olabilirdi. Yanıma geldi tabloya baktı yani tramvay'ın gelme saatine. "Daha 20 dakika var" diye mırıldandı. Daha sonra yanıma geçti, yakın değil hatta yakınlık kavramının baya uzak olduğu bir kavram ile küçük banka kendisini benden uzak tutmaya çalıştı. 'Bir sorun mu var?' diye sorsam da kendi kendime, belki namuslu bir erkek diye geçirdim içimden gene.
Bana döndü "Sen hangi okuldasın?" sorusu öyle fazla utangaç tavır değildi hani, "Mustafa Kemal A.L" diye cevapladım "He şu okul" diyerek arka tarafı gösterdi iki sokak arkada idi okul. "Evet de, bir sorun mu var?" derken elimle de mesafeyi gösteriyordum. Gösterdiğim mesafeye baktı "He yok, seninle ilgili bir sorun yok. Hani kızsın ya belki dibine oturmam abeste kaçar" gülümsedim, bir kez daha içimden geçirdiğimi dışa vurdum "Vay be hala namuslu erkeklerimizin olması, gurur verici" dudaklarını birbirine bastırıp selam verir gibi 'teşekkür' etti. Elimdeki telefonun kapağını açıp orta 'menü' tuşuna basıp saate baktım. "17.40" diye mırıldandım.
Ortalama 6 dakika sonunda tramvay geldi. Ayağa kalkıp kapının açılması için tuşa bastım, kayan kapının açılması ile içeri girdim. İçerisi sıcaktı ve saysan 10 kişi zor çıkardı. Cam kenarı olan boş bir ikili yere oturdum. Tramvay hareket etmeye başladı. 2 durak sonra inecektim.
Gene yaklaşık 5 dakika sonunda ineceğim durağa geldim. Durakta inip, duraktan çıktım ve karşıki caddeye geçtim. Işıkların sonundaki caddeden sola dönüp sokağa girdim, akşam ezanı kulaklarımı doldurunca baya geç kaldığımı bir kez daha anladım. Mavi iki katlı evin önüne gelince cebimden anahtarı aldım, normal kapı anahtarı ile apartman kapısını açtım ve içeri girdim. Otomatik lambanın yanması içimi anlamsız bir rahatlık yaratmıştı, ikinci kata çıkıp geniş anahtar ile kapıyı açtım. Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. "Anne? Baba?" kesin halama gitmişlerdir diye içimden geçirip kapıyı örtüp odama girip çantamı koyup montumu çıkarıp askılığa astım.
Beyaz laptopumu alıp mutfağa girdim, açıp açma tuşuna basıp tezgaha ilerleyip aç karnımı doyurmak için bir şeyler hazırlamam gerekirdi. En sevdiğim şey olan annemin akşam yaptığı poğaçaları yeşil tabağa koydum. Bir bardağa da dolaptan aldığım sütü koydum. İkisini masaya koydum. Laptopun şifresini yazıp odama gittim. Üstümü değiştirip tekrar mutfağa geldim. Laptopa baktığım sırada 15 bildirim beni karşıladı.
Mavi olan facebook'a girdim. 10 bildirim beni karşıladı. Açınca 5'i wattpad da paylaştığım gönderiye cevap. "Okur musunuz?" onları geçip ask.fm'e baktım baya soru vardı.
"Yayım evi anlaşması var mı?"
-Hayır, daha yok, ama olmasını çok isterim
"Şu hikâyedeki karakterlerin isimlerini alabilir miyiz?"
-Hayır sürpriz
"Yeni bölüm?"
-En yakın zamanda 2000 kelimelik bir bölüm sizi bekliyor.
Ask.fm'den çıkıp dizi açtım. "Maral" ı izlememiştim 16. Bölümü açtım ve izlemeye başladım, aynı zamanda poğaça yemeye ve süt içmeye devam ettim. Dizi bitince annemler geldi dolayısıyla bende laptopu toplayıp odaya geçtim. Yatağıma geçtim ve WhatsApp'a girdim
"Kız ne zamandır mesaj atmıyorsun"
-Hiç konuşamam sırası değil uyuyacağım.
Evet, saat 19 olmuştu bende yorgun olduğum için, yeşil yorganı açıp içine girdim ve yumuşacık yastığın rahatlığına vardım. Ama lamba açık "Anne!"
"Efendim?" diyerek içeri girdi. "Lamba" baygın bir bakış atıp lambayı söndürdü.
"Ya oğlum bırak işte gidip söyleyeyim en fazla ne yapar gelir senin ağzının ortasına gelişi güzel bir vurur, benimi iççimdeki yağlar coss diye erir" yanımda boş teneke misali konuşan Berk'e baktım. "Lan oğlum sen kaşınıyorsun!" deyip ensesinden tutacağı sırada kaçmaya başladı kaçarken "Yenge!!" diye bağırması daha da sinir bozucu olduğu için kovalamaya başladım. Sınıftan çıkınca karşı sınıfta Bahadır'la konuştuğunu gördüm. Bilerek yapıyor pezevenk, sanki orası sarımsaklarlar donatılmış bir sınıf ben ise bir vampir. Kapıda durdum, bizim sarı gözü görünce hafif bir mimik misali gülümsedim. Kendimi tutamayıp öne atılırım diye sınıfa girdim.
Arkamdan giren Berk'in ensesinden tutup duvara yapıştırdım. "Bana bak oğlum bir daha atarlı hareketler yaparsan seni ergenlik psikolojin ile beraber emmeli gömmeli dalarım" Gözlerini pörtletti, "Tamam esmer Pikachu" ensesini bıraktım.
Sınıftan çıktım, bu gün bir kural ezme vakti diyerek karşı sınıfa ilerlemeye başladım. İçeri girdim, Sinan beni görür görmez "Ooo hemşerim" deyip yanıma geldi. Ön sıraya oturdu, o bir şeyler sorarken ben gelişi güzel cevaplar verip sınıfta sarışınımı aramaya başladım. "Nerde bu?" diye mırıldanınca, "Kim?" dikkatimi toplayıp ona baktım. "Ah! Şey ya hani şu şey var ya" içeri giren Bahadır'ı gördüm "Bahadır!" deyince bana baktı "Ne?" gel işareti yaptım "Benim pezevenk ne dedi sana?" güldü "Salak lan o senin bu sınıftan birinden hoşlandığını söyledi" alayına güldüm "Hah ne?! O salak ya" gözlerini kıstı "Bana bak, eğer öyle bir şey varsa" sözünü kesim "Yok be ne hoşlanması" gözlerini normal hala verdi "Ha adam ol, alırım aklını" sırıttım. Hah ağabeyleri çıktı iyi mi? Bu iş en sonunda töre'ye dönerse kötü.
"Ben şu Berk'i bir döveyim sonra görüşürüz" tam kapıya döndüm çıkacakken 1.65 boylarında, sarı saçlı, bal gözlü, mükemmel şampuan kokulu saçlı biri ile çarpıştım. "Pardon" heyecan ile çarpan kalbime inme inmeden karşı sınıfta benim bu halime gülen çeteye baktım "Bittiniz oğlum siz!"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seversem Sever misin?
ChickLitHer rengin bir anlamı vardı onun için. Bazen özlemi yansıtan gri, bazense mutluluğu anlatan mor. Bazen hayatın devam ettiğini yansıtan turuncu, bazense en çıkmaz zamanda dahi sana ışık tutan buz mavisi veya seni çıkmaza sürükleyen tüm kapıları kapat...