Anne, baba ve çocukları

43 16 2
                                    

Toprak katman katman ayrılırken faklı tonlarında avuçlarıma bulaşıyordu. Diğer elimde sıkıca tuttuğum tohumlar vardı. Yeterince derin olduğunu düşündüğüm çukura tuttuğum tohumları attım. Açtığım çukuru kapatırken gözüm Necdet'e takıldı. Küçük kardeşim merak ve heyecanla beni izliyordu. Gülümsedim ve, "Sen kapatmak ister misin?" Diye sordum. Bunu çok istediğini ve yapmak için can attığı görebiliyordum. Gözleri ışıldadı ve başını olumlu anlamda hızla aşağı yukarı salladı. Saçları yarattığı hafif rüzgarla salınırken gülümsedim.

"Hadi, böyle yap." Kazarken çukurun etrafına topladığım toprak tepeciklerinden bir kısmını süpürdüm. Anladığını belli eder gibi başını salladığında ellerimi çektim. Avuçlarıma bulaşan toprağı tişörtüme sildiğimde sessizce onu izliyordum. Çok önemli bir görevi yerine getiriyormuş gibi dikkatliydi.

"Nevra, Necdet!" Babamın sesini duyduğumda oturduğum yerde bahçeye doğru döndüm. Evimiz müstakil bir evdi. Çok büyük değildi ama azımsanacak kadar küçükte değildi. Kocaman bir bahçesi vardı. Bahçenin sol yakasında babamın bizim için hazırlattığı minik bir park vardı. Parkın devamında sırayla çeşitli meyve ağaçları dikiliydi. Daha küçük oldukları için boyları benden biraz uzundu. Evin arka bahçesini ise annemin zeytin ağaçları devralmıştı. Balıkesir'de yaşayan ve Bursa'lı olan birisi için çok olağandı. Bahçenin kalan kısmı ise bostanlık ve babamın çiçek tarlasından oluşuyordu. Aslında zeytinlerin bitimine koyduğu bir iki kovan arının bal yapabilmesi için çiçeklerle donatmıştı. Kapının önündeki sundurmadan bize bakan adama bakarken her yıl yaşanan arı ve zeytin tartışmaları aklıma gelince kıkırdadım. "Yağmur yağacak, orada ne yapıyorsunuz?"

Yan komşumuzun bize zambak tohumu verdiğini babama söylememiştim. Duysa elimden alır ve çöpe atardı. Yaşlı komşumuzu pek sevmiyordu. Babam hâlâ bizden bir dönüt beklerken "Birazdan geliyoruz baba." diye bağırdım. Necdet küçük elleriyle çukuru kapatmaya çalışırken ona yardım ettim. Çukuru kapattığımızda yanı başımda duran sulama ibriğini Necdet'e uzattım. Küçük kardeşim büyük bir heyecanla baktı yüzüme. Küçük elleriyle ibriği tutmaya çalışırken ona destek oldum. Diktiğimiz tohumu suladığımızda gülümseyerek baktı. El hareketleriyle 'Ne zaman büyür?' Dediğinde düşünür gibi yaptım.

"Bilmem ki, babamın çiçekleri gibidir sanırım." Dediğimde yüzü düştü. Gözüne giren kumral saçlarını parmağımla çekittiğimde üzgün bakışlarıyla karşı karşıya kalmıştım.

"Üzülme. Babamınkiler de hemen büyümüştü." Dediğimde yüzü tekrar parladı. Dudakları iki yana gerildiğinde yine el hareketleriyle 'büyür değil mi?' Demişti. Ayağa kalkıp elimi silkelediğimde minik, yuvarlak suratına bakıyordum. Masum masum yüzüme bakarken nasıl üzecek bir şey diyebilirdim ki!

"Büyür." Diyerek minik elini tuttum.

"Hadi gel." Dediğimde onu kendime çektim. Bir anda bir ses duyduğumda şaşkınca yüzüne baktım.

Tekrardan "Komiserim!" dediğinde korku ile bir adım geri attığımda kazmaya takılarak düştüm.

"Sen nas-" derken yüzü bir anda dondurma gibi akmaya başladı.

"Komiserim! Uyanın." Bir anda gözlerim açıldığında nerede olduğumu kavramaya çalıştım. Yanağım masaya dayalı karşı dolaba bakarken gözlerimi yukarı kaldırdım. Cenk tepemde dikilmiş omzumu dürtüklüyordu. Kafamı kaldırdığımda yanağıma yapışan kağıdı masaya fırlattım. Masaya bakarken neden burada uyuduğumu sorguluyordum. Gece boyu çalışmaya karar vermiştik. Bir süre gayet dinç bir şekilde konuşmuş, teoriler ortaya atmıştık. Gece yarısına geldiğimizde herkes mayışmaya başlamıştı. O zaman uyuyakalmış olmalıydım.

Kalb-i HaizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin