Beşinci Bölüm

42 2 0
                                    

  Telefonu açar açmaz "Efendim?" dedim.
    Yazarken bile kulaklarımda çınlıyor. O ses hiç kafamdan çıkmıyor. Amcamın dudaklarından süzülen o cümle "Kübra hemen İstanbul'a geri dönün. Babanı kaybettik. İş kazası geçirdi. Öldü."
    Hayat ölmedende duruyormuş. Nefesim kesildi sanki. On saniye boyunca başımdan kurşunla vurulmuşcasına döndüm. Ses edemedim. İnanamadım. O on saniye benden neler götürmüştü. Çığlık çığlığa "Sen ne diyorsun? Sen bana ne anlatıyorsun amca?" dedim. Telefon yere düştü . Ama yere düşen sadece telefon değildi. Dizlerimin üstünde düşende bendim. O "Babam" diye olan feryadıma koştu annem. Bahçeden koşa koşa geldi .
   "Anne." dedim. "Anne babam." "Babam ölmüş anne,babam gitmiş anne,babam anne babaamm."
   Sadece dağım devrilmemişti benim. Annemin feryadı,telefonu yerden alıp o acıyla babamı arayışı. Yok gitmiyor gözümün önünden, kafamın içinden. Kardeşlerimin hali beter. Anlatamıyorum bile. Apar topar arabaya binip İstanbul'a dönüyorduk. Yolda kırk kere kaza yapmayı şans eseri atlattık. Hız yapıyorduk ve annem çok kötüydü . Telefonlarımız susmuyordu. Herkesi meşgule atıp babamı arıyordum. Ama yok açmıyordu. Benim babam ölemezdi. Babam hani hep yanımda kalacaktı? Yüreğim yanıyordu. İçim kan ağlıyordu. Nasıl bir imtihandı bu?
       Birgün babam bana " Kızım başımı hiç öne eğdirmedin. Dilerim Rabbimden senin gibi bir kızın olur. Ben senden hep razıydım. Babasının minik prensesi."demişti.
      O an kulaklarımda çınladı o sesi. Minik kızını nereye bırakıp gidiyordun sen baba? Ben kimin gölgesinden yürüyeceğim şimdi? 
    Defalarca aradım babamı ama açan yoktu. Sürekli birileri arıyordu bizi. Tanımadığımız onca numara. Babamın derdi olduğunda kimse koşmaz kimse aramazdı şimdi telefonlarımız susmuyor. Neredesin gül yüzlüm?
     Halam defalarca arıyordu. Açtım.
  "Hala bana doğruyu söyle babam yaşıyor dimi?" dedim. Sessiz kaldı ve telefonu kapattı. Sadece kapanan telefon değildi. Biten sadece gelen çağrı değildi. Benim çocukluğum 17 yaşında bitti işte. Ben hep 17 yaşında kaldım. Hiç büyüyemedim . Yolda annemin ve kardeşlerimin o feryadı. İnanılmaz bir duygu. Biz artık beş kişilik çekirdek bir aile değilmiydik? Biz artık sofraya beş tabak koymayacakmıydık? 
        Saatler geçti ama yol bir türlü bitmek bilmedi. Telefonlar susmuyor arayan arayana. Bir babam aramadı beni. En çok onun aramasını beklerken bir babam aramadı beni.  Artık ağlamaktan gözlerimiz kan çanağı olmuştu. Babam beni aramıştı öğlen. Son arayışıydı . Nasıl açmadım? Nasıl görmedim? Neden ona "Seni sonra arayayım mı?" dedim. Nasıl babamla konuşmadım ben?
       İstanbul'a yaklaşırken mezarlık kenarından geçtik. Bitik bir haldeydim. Ağlamaktan bağırmaktan derman kalmamıştı vücudumda. Cama yaslamıştım başımı. Sağa baktığımda gördüm mezarlığı. İçimde yankılanan o ses bir daha bitmeme sebep oldu.
    " Bendemi babamı böyle bir yere koyacağım? Benim babam gerçekten öldü mü? Hayır olamaz. Babam bana söz verdi. Gitmeyecekti hiç. Benim babam prensesini bırakmayacaktı. Benim babam beni gölgesiz bırakmaz. Ben babamı böyle bir yere koyamam. O korkar. O bizsiz yapamaz. Ben babamı toprağa veremem. Yapamam. Hayır."
       Yaralandım. Canım çıktı sanki bedenimden. Hayat durmuştu artık. On yedi yaşımda hayatım durdu ve sonra birdaha hiç ilerlemedi. Saatler sonra vardık hastaneye.
    Dayımlar koştu hemen yanımıza. Annemi indirdiler önce. Annem feryat ediyordu. Annemi ileriye doğru biryere götürdüler. Sesi kesildi. Dayım kollarımdan tuttu çıkardı beni arabadan. "Gel prenses baban seni bekliyor." dedi.
  Prenses mi? Ben babamın prensesiydim. O prenses kelimesi birdaha yaktı canımı. Canım kalmamıştı artık. Neredeydin babam?
    Dayıma "Neden annemin sesi gelmiyor artık?" dedim. Bana "Baban ölmedi. Yoğun bakımdaydı çıktı. Normal odaya aldılar. Annende babanı görünce sustu. Sende görüceksin birşey yok. Sakin ol!" dedi. İçim kıpır kıpır oldu. Babam yaşıyormuydu gerçekten?
     Lavobaya gitmek istedim önce. Dayanamayacaktım artık çünkü. Dayım beni götürdü ve içeri girdim. Hastanenin önünde birsürü kalabalık vardı. Hepsini tanıyordum. Herkes tanıdıktı ama bir o kadarda yabancı. Gözüm kesmiyordu hiçbirşeyi. Lavabodan çıktığımda aynaya baktım. Ne olmuştu bana böyle. Dermansızdım. Gözlerim mahvolmuştu. Aynaya baktım ve kendime kendime " Baban öldü Kübra alış buna." dedim. Sonra elimi yüzümü yıkadım. Kendime bir tokat attım.
  "Kendine gel artık Kübra. Ne diyorsun sen ? Ne ölmesi? Ölmemiş işte baban. Görüceksin şimdi. Baban seni bırakır mı hiç?" dedim.
   Ama içimde sanki iki kişi vardı. Biri öldü alış derken diğeri saçmalamayı kes diyordu. Noluyordu bana Allah,ım?
    Dışarı çıktım. Dayım bana pet bardakta meyvesuyu verdi. Hiçbirşey içesim yoktu. Zorla içmemi istedi. İçinde sakinleştirici varmış. Sonra öğreniyorum tabi. İçtim ve koluma girip " Hadi babanın yanına gidiyoruz." dedi. Ama neden dışardan gidiyorduk? Babamı odaya aldıysalar hastanenin içinden gitmemiz gerekmiyormuydu?

KAVUŞAMAYAN İKİ KULHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin