Günler birbirini kovalarken ölüme bir adım daha yaklaşıyordum. Değerli bedenimin kurban edilmesine sayılı günler kalmıştı. Ben yakında hayata gözlerimi yumacaktım ama en yakın arkadaşımın şu anda endişelendiği şey evlendirileceğiydi.
"Daha önünde altı ay var Felix."
"Evet, bunu biliyorum. Yine de düşünmeden edemiyorum."
"Neden evlenmek istemiyorsun? Herkes evlenmek için gün sayıyor." Bana tuhaf bir bakış attı. Sanki nedenini bilmiyormuşum gibi konuşmamdan rahatsız olduğunu biliyordum.
"Hiçbir şey hissetmediğim biriyle evlenmek istemiyorum. Hissettiklerimle de evlenemiyorum, biliyorsun."
"Biliyorum." Dedim ifademi bozmadan. Bana içten içe kinli olduğunu biliyordum. Buna hakkı vardı ama ben yaptığım şeyin doğru olduğunu biliyordum. Bu yüzden önemsemedim. Changbin denen adamın ona uygun olmadığına emindim.
Bana hiçbir şey söylemeden kafasını kucağındaki ellerine indirdi. Dolgun dudaklarını ağlamamak için ısırıyordu ve dolu gözlerini benden gizlemeye çalışsa da başarılı olamıyordu. Kalbinin kırıldığını biliyordum. Onu kırmaktan nefret ediyordum. Felix benim için çok değerliydi. Ben de onun için çok değerli olduğumu biliyordum.
"Biraz hava alacağım." Diyerek onu yalnız bırakmak için balkona adımladım.
Yüzüme çarpan yumuşak havayı içime çekerek ellerimi soğuk betona koydum ve aşağı eğildim. Saray'ın bahçesinde kimsecikler yoktu. Dışarıya çıkmak için harika bir fırsattı ama korkuyordum. Ayrıca Lee Know kapımın önünde nöbet tutarken ondan kaçmak imkansızdı.
Gözlerimi yıldızlara çevirdiğimde büyülendim. Bugün her zamankinden daha çok yıldız vardı sanki. Sonbahar bitiyordu. Yavaş yavaş kışa giriyorduk. Krallıkta kışın yıldızlar daha net belli olurdu.
Bir anda sert esen rüzgar yüzüme tokat misali çarptığında neye uğradığımı şaşırdım. Aşağıya baktığımda kül rengi bir dumanın bir sarmaşık gibi yukarı doğru tırmandığını gördüm. Korkuyla geri çekileceğim sırada bileklerime dolanan ve kımıldamama izin vermeyen duman ile çığlık attım.
Saniyeler sonra gürültüyle çarpan kapının ardından duman tamamen kayboldu. Belimi kavrayan el ile çırpınmaya başladığımda karşımda gördüğüm meleksi yüz ile anında rahatladım.
"Tanrım.."
Hızlı hızlı nefes alıp verirken sürekli Tanrı'nın adını söylüyordum. Meleksi yüz ise meraklı bakışlarını etrafta gezdiriyordu.
"Neler oldu?" Diye mırıldanırken bileğimden tutmak istedi ama bileğime değen tenin verdiği yanma hissiyle inleyerek geri çekildim.
"Han?" Lee Know endişeli bakışlarını üzerimde gezdirirken aniden kıyafetimin kolunu yukarı çekip bileklerime baktı.
Gördüğüm şeyle şaşkınlığa uğradığım sırada beni yavaşça sandalyeye oturttu.
"Hemen geleceğim." Gitmeye yeltendiği sırada koluna yapıştım.
"Gitme!" Panikle bağırdım. O kadar korkmuştum ki tek kalmaya dayanabilir miydim bilmiyordum.
"Sadece birkaç saniye. Krem alıp geleceğim." Güven verici konuşmasına kafamı sallayarak cevap verdim. Meleksi yüz balkondan çıktığında bileklerimi inceledim.
Duman ile aynı renk olan bileklerim sanki yanmış gibiydi. Hafifçe dokunduğumda hissettiğim yanık acısıyla suratımı buruşturdum. Dokunmadığım zaman acımıyordu.
Lee Know çok geçmeden yanıma geldiğinde bir dizini yere koyarak önümde diz çöktü. Daha önce görmediğim kremin kapağını açtıktan sonra koluma uzandı. Bileğimin biraz üstünden tuttuğu kolumu kendisine çekip eline aldığı kremden sürmeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
chained soul |Minsung|
FantasyAşkın ve eşcinselliğin yasak olduğu bir dünyada, kendini Tanrı için kurban edecek olan bir gencin hikayesi. • Ben Tanrı'nın seçtiği özel bir varlıktım. Kanım özeldi ve Kilise içindi. Zamanı geldiğinde görevimi yerine getirecektim. Yaşama sebebim bun...