Minho tarafından uyandırıldığımda nihayet büyük gün gelmişti.
Kısa bir kahvaltının ardından apar topar gemiden ayrılmıştık.
Tıpkı geldiğimiz yerdeki gibi bir orman bizi karşılarken herkesin keyfi kaçıktı. Benim ise muhtemelen ağlamaktan gözlerim şişmişti.
Minho dün gece benimle o kadar iyi ilgilenmişti ki aramızdaki bağı iliklerime kadar hissedebiliyordum.
Gemiye son kez dönüp baktıktan sonra Minho ve diğerleriyle birlikte ormanın derinliklerine giriş yaptık.
Burada kar yağmıyordu. Yine de kasvetli bir hava vardı ve rüzgar oldukça sert ediyordu.
Gemiye alıştığım için şu anda yürümekte biraz zorlanıyordum. Arada bir başım dönüyordu ve Minho kolumu tutmasa yere kapaklanabilirdim.
Changbin en önden ilerlerken yüzümüze dahi bakmamıştı. Diğerlerinde ise daha çok bir çekingenlik söz konusuydu. Eski öfkeli bakışlarından eser kalmamıştı.
Issız ormanda nihayet bir ağacın yanına geldiğimizde ağacın bana bir yerden tanıdık geldiğini hissettim. Bu Yeraltına giderken gördüğüm ağaç gibiydi. Parlıyordu ve insanı içine çekiyordu.
Herkes ellerini ağacın gövdesine koyarken onlara merakla bakıyordum.
"Elini ağacın gövdesinin üstüne koy." Diye mırıldanan Minho'nun dediğini yaptım ve elimi ağacın gövdesinin pürüzlü yüzeyine koydum.
"Gözlerini kapat."
Söylediğini yaparak gözlerimi kapattığımda bedenimde tuhaf bir karıncalanma hissettim. Soluduğum hava bir anda değişmiş, daha soğuk bir yere gelmiştim sanki..
"Gözlerini açabilirsin." Diyen Minho'ya uyup gözlerimi açtığımda nerede olduğumu algılamaya çalıştım.
Burası kesinlikle orman değildi.
Daha çok kocaman bir mağaraya benziyordu.
Öyle büyüktü ki adeta büyülendim.
Etrafta gördüğüm kırmızı duman içimi ürpertirken karanlık yeri aydınlatan, havada uçuşan kırmızı ışık kümelerine dokunmaya çalıştım.
Elim küçük ışık kümelerinin içinden geçip giderken daha ilerideki kocaman, gri suya bakakaldım.
Su havada süzülüyordu. Bir şelale gibiydi ama akmıyordu. Oldukça bulanık gözüküyordu.
Diğerleri o şeyin önüne ilerlediklerinde Minho kolumdan yavaşça tutarak onlara yetişmemiz için beni çekiştirdi.
Etrafı incelemeyi bırakıp oraya doğru yürürken diğerlerinin o şeyin içine girdiğini görmemle hayrete düştüm.
"Onlar nereye kayboldular? Suyun içine mi girdiler."
"O bir su değil. Bir geçit. Melekler Diyarı ile bu dünyayı ayıran bir geçit." Derken elimi tuttu ve geçide doğru yürüdük.
Elimi dokunmak için uzattığımda hiçbir şey hissedemedim. Sanki boşluğa dokunmak gibiydi.
"Gel." Diyerek içine girdiğinde beni de peşinden sürükledi.
Gözlerimi kapatarak geçide girdikten saniyeler sonra kendimi bambaşka bir yerde buldum.
Kasvetli ve karanlık hava içimi kaplarken bir tepedeydik. Tepeden bütün Diyar gözlerimin önündeydi.
Kocaman ve gösterişli bir Saray şu anda bulunduğumuz gibi, uzaktaki bir tepedeydi. Aşağıda ise birbirinden kasvetli evler vardı. Yapıların şekli öyle tuhaftı ki kendimi fantastik bir kitabın içinde gibi hissediyordum. Gördüklerimin gerçekliğini sorguluyordum. Tamamen bambaşka bir dünya gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
chained soul |Minsung|
Viễn tưởngAşkın ve eşcinselliğin yasak olduğu bir dünyada, kendini Tanrı için kurban edecek olan bir gencin hikayesi. • Ben Tanrı'nın seçtiği özel bir varlıktım. Kanım özeldi ve Kilise içindi. Zamanı geldiğinde görevimi yerine getirecektim. Yaşama sebebim bun...