III.

196 28 15
                                    

bölüm şarkısı:
the lullaby - sophism (viola solo)

bölüm şarkısı:the lullaby - sophism (viola solo)

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

11 Şubat 1935
12.26, gece.

Saygıdeğer Sinyor,

Kız kardeşimin endişe dolu sıkıştırmalarına karşı koymak güçleşti; kendime, suretinizle yüzleşmemek adına bir daha beş çayına inmeyeceğime dair verdiğim sözü kırmak durumunda kaldım. Hicap içerisindeyim zira itiraf etmeliyim; kalbimin bir köşesindeki ufacık hasretin fısıltıları, sizi görmeden geçen her dakikada çığlıklara evrilmişti. Zamanın sırtına yüklediğim hislerim benimle inatlaşıyor, geleceğe uçarken çırptığı kanatlarında bu çirkin arzuları da kendisiyle götürmesini diliyor olmama rağmen git gide yokuş yukarı sürükleniyor her şey.

Salona indiğim vakit yine aynı noktada, pencerenin kenarında oturuyordunuz. Parkeleri okşayan kızıl perdeler ve aynı renk kadife koltuğunuzla kucaklaşan duruşunuz, artık yabancısı olmadığım bir portreydi. Doğuştan gelen soyluluğunuzu, adeta bedeninizin bir uzantısıymışçasına taşıyordunuz asil çehrenizde. Lakin bugün bir değişim vardı giyiminizde, bedeninizi mütemadiyen saran muntazam takım elbiseniz yerine balıkçı yakalı ve açık krem renkli bir kazak tercih etmiştiniz. Eldivenlerden azat olan parmaklarınızın tuttuğu kitabın ismini aramızdaki mesafe sebebiyle okuyamıyordum lakin yeşil gözlerinizi esir alan odak, çatık bakışlarınıza eğilen sapsarı kirpiklerinizin saklamayacağı kadar keskindi.

Kendime yeni bir söz verdim, önünüzdeki masaya sırtım size dönük otururken. Kız kardeşimle babamın itinayla mesken tuttuğu bu köşeye katiyen yüzüm size dönecek şekilde oturmayacaktım, ardımda kalmalıydı varlığınız, görmemeliydi gözlerim sizi. Bana bakıp bakmadığınızdan bihaber olmalıydım çünkü ne zaman gözlerime yansısa aydınlığınız, ışıklarınız gözlerimi yakıyor ve yüreğime gönülsüz bir mutluluk doğuyor. Saadetim gönülsüz zira ben istemiyorum yüreğimin neşeli ezgilerle çarpmasını, daima kendi kafasına göre davranıyor ve bir çocuk gibi hareket ediyor.

İlerleyen dakikalarda yapılan duyuru, sizi de heyecanlandırdı mı? Ayın 17'sinde, bu pazar günü düzenlenecek olan baloyu iple çekiyorum zira dans etmeyeli uzun zaman oldu. Ya siz, sever misiniz dans etmeyi? Minueti çok daha asil buluyorum lakin valsin romantizmi apayrı, çiftleri birbirinden ayıran kalın çizgileri tutkuyla söküyor. Sizi gördüğüm günden beri aciz ruhuma kabuk olan bu yorgun bedenin, bir nebze dahi olsa soluklanmasını sağlayacak bir fırsat bu. Zannediyorum ki partnerim kız kardeşim olacak, dans etmeyi pek sevmez ama burada kimseyi tanımıyorum, yabancı bir hanımefendiye aniden elimi uzatmak görgüsüzlük olurdu.

Kız kardeşimle babam ticaret üzerine koyu bir muhabbete daldıklarında kendimi birazcık yalnız hissetmiş, tatlı ikramların bana eşlik etmesini istediğim için salonun ortasına yerleştirilen servis masasına yönelmiştim. Sizden yana bakmamaya özen gösterirken tabağımı dolduruyordum lakin bir şey oldu, uzandığım kurabiyeyi benden önce başka birisi kaptı. Göz ucuyla kim olduğuna baktığımdaysa, bu kişinin otele geldiğim ilk gün sizle sohbet etmeye çalışan beyefendi olduğunu fark ettim. Gözlerinde, hatta ve hatta yeni tıraşlanmış yanaklarında ve dudaklarının üstündeki koyu renkli bıyıklarda bile manidar bir hor görüş vardı, sebebini kavramakta güçlük çektiğim çirkin bakışlarını yumuşatmak adına bir adım attım ve bariz aksanımı elimden geldiğince gizlemeye çalışarak "İyi akşamlar, beyefendi." dedim. Dostunuz, sert bir tonla "Levanten¹... Neden buradasın?" dediğindeyse, kaşlarımı çattım. "Ne demeye çalışıyorsunuz?" Bedenini bana çevirdiği vakit duruşumu dikleştirmekten geri kalmadım, affedin beni, arkadaşınızı hiç sevmemiştim. "Sırtımızı bıçakladığınız yetmedi, bir de mazlumların topraklarına göz dikiyorsunuz. Fransa'nın altın tepsiyle sunduklarından memnun musunuz?"

Sanırsam; seneler evvel biten savaşta Osmanlı'ya ihanet eden ülkemden ve bu senenin başında, 7 Ocak'ta Fransa ve İtalya arasında imzalanan anlaşmadan bahsediyordu. Fransa'nın, aynen bu şahsın söylediği gibi Habeşistan'ı bizlere ikram etmiş olmasıysa yalan sayılmazdı, ben de hoşnut değildim başımızdaki diktatörden. Lakin tüm bunların benimle ne ilgisi vardı? Ailemin kanlı politikalarda hiçbir parmağı yoktu. "Terbiyesiz ithamlarınızı içinizde tutmanızı öneririm. Söylediklerinizin şahsımla hiçbir bir bağlantısı yok. Ben sadece rahmetli annemin sevdiği bu yerde konaklayan birisiyim." Umuyorum ki, sözcüklerimi aşırı yahut seviyesiz bulmazsınız. Haksızlığa ve ırkçılığa tahammül edemeyen bir insanım. Devletlerin ve yüce insanların hançerinde can veren masumların mevzularıyla bağdaştırılmak gücüme gitmişti, resmen eli kanlı birisi olmakla suçlanmıştım, beni anlıyorsunuz değil mi?

Saygısız beyefendi yüzünü buruşturarak sizin oturduğunuz yere yöneldiğinde ancak fark ettim, bakışlarınızın bize kilitlendiğini. Çatık ve öfkeyle dolu gözlerim karşınızda biçare, hemen yumuşamıştı bakışlarım, hüzünlü bir edayla yay gibi gerilmişti kaşlarım. Ailemi ve beni nereden tanıdığını bilmediğim ahbabınızın yarattığı alevli dalga, iyiden iyiye mahcubiyete bırakmıştı yüreğimdeki yerini. Başımı utançla eğip sakındım gözlerimi sizden zira tepeden tırnağa soğuklarla bezenmişti çehreniz, yoksa siz de mi hor görüyordunuz benim ve hanemin kökenlerini? Bu ihtimali düşündüğümde mevcut huzursuzluğuma bir de mutsuzluğun serçeleri tünedi, kısa ve yavaş adımlarla ailemin yanına sürüklediğim omuzlarım bile çökmüştü. Yüreğinize karşı güdümlenen boynu bükük hislerim kâfi değilmiş gibi, bariz nefretinize de mazhar olmuştum lakin yine de soğumuyordu içimdeki günahkâr ateş, yasak duygularım tüm bunlara rağmen hâlâ daha koruyordu yerini.

Tatlı tabağımı kardeşimin önüne koyduktan sonra hiç oturmadan odama çıktım zira koltuğum size azıcık da olsa yakın sayılırdı, dostunuzla birkaç kelimenin belini kıran sesinizi duyma ihtimalinden korkmuştum. Size sade bakıyor olmak dahi içimi kanatıyordu, bir de dudaklarınızdan dökülecek olan melodileri işitirsem bana ne olurdu, hiç bilmiyordum.

Yaralı ruhumdan ötürü olmalı, buraya vardığım ilk gün büyüleyici gelen tüm bu mobilyalar, gözlerimde köhneleşmişti, onlar da hüzünlülerdi ve hicranın² merhametsiz, incitici ağırlığını taşıyorlardı. Sinyor, ben gerçekten de hırpalanmış hissediyorum. Babama sorsam, rica etsem, beni başka bir yere yollar mıydı ki? Dayanamıyorum sizinle yüzleşmeye, güneşinizde kavruluyor bedenim, heybetli mabedinize perestiş³ ediyor dudaklarım ve dahi gözlerim...

Yatağımla buluşan sırtım da yeis⁴ içerisindeydi, birkaç gündür bağrımda esir tuttuğum tüm hisler el ele vermişler ve devasa bir dalgaya dönüşüp gözlerimi öldürmüşlerdi, kirpiklerim gözyaşlarıyla doluydu ve uçlarından tane tane dökülüyordu her bir damla. O yaşların parmaklarınıza duyduğu hasretle kapattım gözlerimi, güçleşmişti sizin yağdırdığınız yağmurla ağırlaşan kirpiklerimi ayakta tutmak.

Ağlayarak ne kadar süre geçirmiştim bilmiyordum ama zihnimin yorgunluğuna daha fazla katlanamamış olmalı bedenim, uyuyakalmıştım ve saatler akıp gitmişti.

Belki de içim dolu olduğu içindir, herhangi bir açlık duyumsamıyorum akşam yemeğine inmemiş olsam da. Son vakitlerde içtiğim sigaralarsa kendi kendilerine yanıp duruyor, aynı bu sözcükleri yazarken olduğu gibi. Çünkü onlar da biliyor, ruhuma sakladıklarımı bu odanın içerisindeki boşluğa hapsetmek istiyorum, neticesindeyse oralar nasibini alıyor dumandan.

Bu sözcükler, bir başına biten iki sigara eşliğinde döküldü kalemimden.

Levanten¹: Levanten ya da argo tabiri ile Tatlısu Frenki, Osmanlı Devleti içinde özellikle Tanzimat sonrasında büyük liman kentlerinde yoğunlaşan ve ticaretle uğraşan Hristiyanları tanımlamak için kullanılır. En dar tanım olarak da; şu anki Doğu Akdeniz'e kıyısı olan devletlerde yaşayan Osmanlı döneminde yerleşmiş, Fransız-İtalyan kökenli Katoliklerdir. Yerel Hristiyan nüfusundan (Rum, Ermeni, Süryani...) farklıdırlar.

hicran²: ayrılığın yol açtığı onulmaz acı.

perestiş³: taparcasına sevme.

yeis⁴: umutsuzluktan doğan karamsarlık, umutsuzluk, üzüntü.

Levanten | BxBHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin