❀
3 Mart 1935
08.56, akşam.Bayım,
Bundan böyle size bu şekilde mi seslenmeli, yoksa Sinyor demeye devam mı etmeliyim, bilmiyorum. Birbirimize o kadar yabancılaştık ki bırakın isminizi, her zamanki hitabetimi bile sürdüremiyorum. Kışa kucak açtıkça havaların soğuması gerekirken; gök, hüznüme eşlik etmeliyken ılık rüzgârlar esiyor. Yavaştan çiseleyen yağmur damlaları cama vuruyor ve her bir damlanın çıkarttığı en ufak ses, boğulmuş ve sessiz çığlıklarımı hatırlatıyor.
Ailemle oturduğum her akşam yemeğinde onların huzurundan soyutlanıyorum. Mütemadiyen fuzuli bir fazlalıktan ibaretmişim gibi hissediyorum. Gecelerse suçluluk denen bunaltıcı serseriden geçmek bilmiyor. Gündüz uykularımın sıklığı artarken daha ne kadar çökebilirim diye düşünüp duruyorum, sanki her an başka bir musibetle karşılaşacakmışım gibi.
Sanki her an, yine ölecekmişim gibi.
Bir araya gelemeyeceğimize dair hissettiğim kaygılar omuzlarımı çökertti, bedenimi yatağıma sürüklemek bile zorlaştı. Sizden özür dilemek isteyen bir yanım, bunu sizin yapmanız gerektiğini söyleyen öbür yanım... Çocuksu hâllerimin, sarhoşluğumun sizi bu kadar mutsuz edeceğini tahmin edemezdim. Yani, zannediyorum ki öfkenizin sebebi bu. Başka ne olabilir ki? Belki de bana anlatmadığınız bir şeyler vardır. Hoyrat gözlerinizin anlattığı meçhul hikâyeye ben nasıl tercüman olabilirim ki? Rica ediyorum; beni daha fazla cahil bırakmayın ve konuşun, bana da söyleyin kusurumu ki kendimi affettireyim.
Bunu yüzünüze söylemek icap ederdi, kendimden emin olmamam ne yazık...
Sizden kaçmam gerekirken, daha doğrusu öylesini arzularken adi gururumun hükmü altına girdim: Aksatmaksızın indim çay saatlerine. Sanki öfkenize inat, iyi hissettiğimi düşünmenizi istiyordum, hâlbuki hiç geçmedi soğuklar. İki yabancı gibi sırt sırta, birbirimize ardımız dönük bir biçimde otururken geçen şu günlerin bana öğrettiği şey: Sizin sıcak muhabbetinize, huzur veren sesinize, dingin gülüşünüze ve tek bir kez şahit olmama rağmen kirpiklerime ulaşan parmaklarınıza bağımlı kılındığımdır.
Pişmanlık, bir bükülüş dudaklarımda. Gözlerim, gözümün önünde de olsanız sizi arıyor; sade birkaç gün önce bende olan sizi.
"Yutsaydım da sözcüklerimi, ondan olmasaydım," diye düşündüğüm vakit aklıma düşen soğuk, acımasız çehrenize engel olmak çok güç.
Belki de size değil, sizsizliğe kırgınımdır.
Ben, sizi nasıl affedeceğim?
Ya siz?... Siz nasıl affedeceksiniz haberimin bile olmadığı kusurumu?
Bir mektup daha yazacağım size, yine asla gönderilmeyecek olan. Af dileyemem, dudaklarım mağrur. Aşkı, aşka -zatıalinize- anlatacağım. Soylu yanımı hâlâ taşıyor oluşuma ben de şaşkınım, beni incitseniz de sizi hoş görmeye devam edeceğimi düşünmüştüm.
Öyle değilmiş.
Saklamaya, bastırmaya çalıştığım duygularım çoktandır sallandırıyormuş cehennemin kazanını. Sizin son yaptığınız şey ise bardağı taşıran son damlaymış.
Ben, zaten ölmekteymişim ve pek yorgunmuşum.
Başımı yastığa değil, yalnızlığıma koyuyorum. Ellerim kalemi değil, elemi tutuyor.
Bahşedilmeyecek itirafıma dek sağlıcakla kalın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Levanten | BxB
Любовные романы꧂Yıl, 1935. Annesi ve ağabeyinin ölümü üzere Venedik'ten İstanbul'a babası ve kız kardeşiyle birlikte yerleşen ve nesillerdir tüccarlık yapan zengin bir hanenin mensubu olan Luca; Pera Palas'ta aşka dokundu, akşamüstü çaylarını asla kaçırmayan soylu...