XIV.

84 11 22
                                    

bölüm şarkısı:
flor que nunca fui - carla morrison

4 Mart 1935
06.28, sabah.

Sinyor,

Söz verdiğim gibi; aşkı, aşka anlatmaya; size, sizden bahsetmeye geldim.

Bu satırların gölgesinde kaybolmayı umuyorum. Sözcüklerim, bir hiçliğin içinde yankılanıyor; onları size ulaştırmaya yüzüm yok, korkuyorum. Sizi susturulmuş bir dua gibi içimde taşıyorum. Varlığınız, kalbimin karanlık sularında yankılanan bir melodi gibi, her notasıyla ruhumu boğuyor. Bu sevda, güneşe değemeden yanmaya mahkûm bir kanat çırpışı gibi.

Kalbim ne vakit sizi düşünsem ağır bir günahtan ürperiyor. Öylesine yasak, öylesine imkânsız ki bu aşk; gözlerimi kapattığımda bile önümden gitmeyen soğuk gözleriniz, ruhuma keskin bir hançer gibi saplanıyor. Ve ben, o hançeri her gün yeniden gömüyorum yüreğime, sevdama sessizce boyun eğiyorum. Siz, bir aydınlık içinde yürürken; ben, gölgelerde kaybolmuş bir zavallı gibi size bakıyorum. Hiçbir zaman o ışığa adım atamayan, adım attığı an yanacağını bilen bir aciz...

Dudaklarım sizin adınızı fısıldamak istiyor ama ağzımdan çıkmıyor hiçbir hece, her şey bir günahın yankısı gibi boğuluyor havada. Yapamıyorum, isminizi zikredemiyorum. Yasaksınız bana siz ve isminiz... Çünkü size yakışan hiçbir şey yok bende, Sinyor. Kalbim kirlenmiş, ellerim titremiş, zihnim karmaşık bir ormanda kaybolmuş gibi. İçimde büyüyen bu duygulara bir isim bile veremiyorum. Onlar göğsümde ağır bir yükten, ruhumda sızlayan bir yaradan ibaret.

Sizi tanıyana dek bilincinde değildim: Aşkı, tomurcuklanmış bir gülü sulamak zannederdim; hâlbuki aşk, gülün dikenlerine saplanıp ölmekmiş.

Maşukla biriktirdiğin her anıyı bağrında bir diken gibi taşımak, her bakışmayı hasretle hatırlamakmış; aşk.

Her dokunuşu özlemle anmakmış...

Sık sık hatırlıyorum bana o gece uzanan parmaklarınızı, nasıl unutabilirim? O kadar ince, o kadar sessizdi ki dokunuşunuz; bir rüzgârın bir yaprağa nazikçe değmesinden farksızdı. İçimde bir fırtına kopmuştu o an, kalbim hapsedildiği koca duvardan kurtulmak için çırpınmıştı.

Siz, o küçük dokunuşla içimde sakladığım her şeyi açığa çıkarmıştınız, Sinyor. Benle buluşan parmaklarınız ruhuma dokunmuştu.

Sanki bir rüyanın içinde kaybolmuş gibiydim, bir nefes süresince sizde var olmuştum ve siz hiç silinmeyecek bir iz bırakmıştınız bende. Dokunuşunuz, bir kurtuluş ve bir mahkûmiyet oldu aynı anda. Çünkü şimdi, size olan duygularımı saklamak daha da zor.

O gece boyunca hiç uyuyamadım. Gözlerimi kapattığımda, parmaklarınızın hafifçe üzerimde gezindiği o ânı tekrar tekrar yaşadım. Yüreğimdeki fırtına hâlâ dinmedi. Dokunuşunuz, bana umut verdi; ben yanınızdan ayrılırken taşıdığınız ölü bakış ise o ışığı aldı ve elleri arasında ezdi.

Ölüyorum, beni öldürüyorsunuz...

Gözlerinizde bir deniz var, sonsuz ve dipsiz. Her bakışınızda o denizde kayboluyorum, kendimden geçiyorum, ama boğuluyorum da. O denizin derinliklerinde sizi bulmayı umarken, sadece kendi çaresizliğimle karşılaşıyorum. Gözleriniz, bana her baktığında beni affediyor mu, yoksa bendeki hiçbir şeyin farkında değil mi, bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Belki de sizi böyle uzaktan sevmek, sessiz bir ninni gibi içimde saklamak, en doğrusu. Dilerim ki, kendimi böyle mahvederek sizi seviyor oluşuma yalnızca acırsınız. Umuyorum ki, nefretin koynuna bir kez daha sarılmaz gözleriniz. Zira yanılmışım, dayanamazmışım ben öfkenize, kaldıramazmışım bana yönelttiğiniz acımasızlığınızı. O yönünüzü tanımadığım için sarf edebilmişim hoyrat ve cesur kelimeleri; benden nefret edin ki sizi unutayım, diye yalvarabilmişim.

Öfkeniz, Sinyor, bir fırtına gibiydi o gece.

Ve ne zaman düşünsem o hâlinizi; sessizce, usulca birikiyor korku, yüreğimin göğünde. Sonra bir anda, o kasvetli sessizlikten bir patlama kopuyor, gökler yarılıyor ve o vakit tüm dünyam titremeye başlıyor. İçimdeki her şeyin büsbütün kırılıp döküldüğünü hissediyorum.

Öfkeniz o kadar yakıcı ki, henüz dokunmadan bile tenimi kavuruyor. Dudaklarınızda saklanan sessiz tehditler var; kelimelerinizde fısıldayan bir fırtına, gözlerinizdeki karanlık gölgelere sığınmış bir yangın.

Bu yüzden bana yalnız acıyın, bir tek acıyın, başka bir şey yapmayın...

Canımı öyle çok yaktı ki buzlara sarılan gözleriniz... Yalvarıyorum bana bir daha göstermeyin o ifadeye bürünmüş çehrenizi. Zira ben de utancın gölgesinde küçülüyorum. Erkek oluşuma rağmen bir başka erkeği düşlüyor oluşum, insanların bendeki çirkinliği öğrendiğini ve bana tiksinir gibi baktığını hayal etmeme sebep oluyor; içime gizlediklerim yaralıyor beni ve ürküyorum. Marazi düşüncelere saplanıyor benliğim, ya babam fark eder de beni öldürmek isterse ya da ben kendi canımı kendim kopartırsam diye...

Şayet kırık dikenlerim avuçlarınıza batarsa, bendeki bu hastalıklı arzular gün yüzüne çıkarsa, saygınlığınıza günahkâr isler düşürmekten ötesine gidemem.

Neşter gibi kesiyorum yüreğimi, deşmeye çalışıyorum beslenmemesi gereken bu aciz ve kirli hisleri lakin yapamıyorum, gözlerinize yansımamı yerleştirdiğiniz vakit yitirdim zihnim üzerindeki kudreti...

Sinyor, yalvarırım, söyleyin bana,

Bu elemin çaresi nedir?

Sıcak gözyaşlarım çözsün istiyorum bu buzdan iplikleri, kalbime dolandılar, avuçlarıma döktüğüm huzura batıyorlar...

Kanıyorum; yabancısı olduğum, hiç dokunmadığım teninizi özleyerek perişan oluyor her parçam, durmuyor yakıcı acı zira düştü ruhum, dizlerim umutsuzluğu kanıyor.

Kirpiklerime ağır geliyorsunuz, ne olursunuz merhamet edin bana, bir şekilde düşürün kendinizi utanmaz gözlerimden.

Lanetliyorum beni saran ayıbı fakat asla gitmiyor benden, çok inatçı. Huzurunuza çıkan zarafetin dahi önünde eğileceği o ince parmaklarınızın baharına sığınmayı ve onlara sarılmayı hayal etme cüretinde bulunan kalbimi cezalandırmalı Tanrı, ay ışığına hasret kalıyorum, ay ise sizsiniz.

Sizsiniz...

Rica ediyorum bütün boyun eğmişliğimle; korkuyorum başkalarının kalbimin fısıldadığı bu çirkin malûmatı keşfedeceğinden, ne olur siz de söylemeyin kimselere.

Bilin ki, kalbim her gün sizi bir kez daha seviyor, her seferinde biraz daha kırılarak, biraz daha çırpınarak. Siz, benim için bir yıldızsınız; ulaşamayacağım kadar uzak, dokunursam yanacağım kadar parlak. Ve ben, o ışığa hiç yaklaşmadan, sadece gökyüzündeki size bakarak, sessizce, baharı özleyen bir kelebek gibi yanıyorum.

Bu yazdıklarımı size verme cesaretini arıyorum kendimde. Zira bu satırlar öteki mektuplarımdan pek farklı, yalnızca kederi sırtlanıyor her bir harf kendi içinde. Taşıyamıyorum artık hiçbir şeyi yüreğimde... Şayet sunarsam bu aciz sayfayı ellerinize, tek bir isteğim var:

-Affedin beni zira hislerime hükmümü geçirmekten acizim, ben de bunları hiç istemedim.

Hem de hiç...

Levanten | BxBHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin