two

89 7 0
                                    

"Haru..." sesi cılızca çıkmıştı sedyeyle götürülen Haru'nun şimdiye kadar bırakmadığı eli, ellerinden kayarken. Onun daha ileri gitmesine izin vermemişlerdi. Bir doktor gelip onu kendi tedavisi için götürmek isterken "Bırak beni, ben iyiyim. Gidip onunla ilgilenin." dedi sertçe. Gözlerindeki parıltı, yüzündeki tebessüm ilk kez silinmişti. Doktor ısrarcıydı lakin, onu tutarak sedyeye oturtmaya çalıştı. Mei zaten yeterince gergindi, bu doktoru şuracıkta boğabilirdi. "Bana dokunma iznini sana kim verdi?" dedi ve hafif yaşlıca doktorun elini ittirdi. Az ileriden daha genç, hatta mesleğinde ilk yılları olduğu belli olan uzun, sarı saçlı başka bir doktor gelip diğerini teselli edercesine göndermiş, "ben hallederim." diyerek işi devralmıştı. Mei bunu duymuştu, derince nefes aldı. "Tedavi olup olmamak benim isteğime bağlı değil mi? Ya da siz laftan anlamıyorsunuz." doktorun yüzüne bile bakmamış, sözlerinin aksine sakince konuşarak doktorun yanından ayrılmıştı. Lakin Mei'nin gerçekten tedavi olması gerekiyordu. Alnından oluk oluk kanlar akıyor, dizleri neredeyse parçalanmış yürüyemiyordu. Muhtemelen bir çeşit şoktaydı ve acıyı hissetmiyordu.

Mei, bir o yana bir bu yana gidip gelirken bir haber bekliyordu. Ne kadar zaman geçtiğini bile bilmiyordu ama Haru'nun ameliyat olduğu odadan tek bir insan bile çıkmamıştı. O sırada Rika'nın sesini duydu. "Mei çok kötü gözüküyorsun sana neden bir şey yapmadılar?!" sesindeki endişe çok barizdi. "İstemedim." dedi kız, oldukça sakin. Rika kızın elini tuttu ve acil tarafına sürükledi. Bir doktorun onlarla ilgilenmesi için sesleniyordu. Aynı zamanda bu manzaraya uzak bir köşeden şahit olan sarışın doktor, 'ilginç' diye geçirdi içinden. Az önce yüzünde tek bir ifade olmayan kızın, yeni gelen çocuk sayesinde tekrar gözleri parlamış, gerilmiş yüzü biraz daha yumuşamıştı.

Mei tedavi edilirken, bir süre, yani bacağındaki kırık iyileşene kadar yataktan kalkmaması gerekiyordu. Doktorlar şahsen şok olmuşlardı. Bacağında ciddi bir kırık olan bu kız, yaklaşık üç saattir dolanıp duruyordu. Buna ek, kaburga çatlaklarından ve yarılmış bir kafadan bahsetmiyorum bile.

Neredeyse gün ağarırken, kötü haber geldi. Haru artık yoktu. Mei'ye bunu açıklamak ne kadar zor olsa da Mei beklenen tepkiyi vermedi. Gözleri doldu ama ağlamadı. Bağırmak bir yana, tek kelime bile etmedi. Mei tam bir kapalı kutuydu. İçinde olup biteni kimse bilmiyor, tepkilerine anlam veremiyorlardı.

Çok değil birkaç gün sonra Mei tekrar gülümsemeye başlamış, asla eksik olmayan o enerjisini çevresindeki herkese de hissettiriyordu. Onun yanındayken ne kadar derdiniz olursa olsun hepsini unutup gülümserdiniz.

Mei artık odasından çıkıyor, daha bir kaç gün önce azarladığı o yaşlıca doktora bile günaydın demeden yanından geçmiyordu. Garip enerjisi kısa sürede popüler olmuştu. İki haftaya yakın olmuştu bu hastanede kalalı. Yakında taburcu da olacaktı ama şimdi bile hemşireler arasında ünlüydü. Hepsiyle kaynaşmış, günlük sohbetler edebilecek kıvama gelmiş hatta onlara bazı konularda tavsiye bile veriyordu. Tüm bu süreç boyunca onu izleyen bir çift gözden habersiz.

Mei tekerlekli sandalyesinde bahçede turlarken, koşup oynayan bir çocuk tam dibine düşmüştü. Mei kalkıp yardım etmek istese de oturduğu yerden uzanabildiği kadar çocuğa tutunmuş, oğlanı yerden kaldırmıştı. Çocuk tam ağlayacak gibi bakıyordu ki Mei cebinden bir şeker çıkartmış oğlanın gözlerinin önünde sallamıştı. Yüzüne gülücükler konan çocuk şekeri kaparken Mei çocuğun saçlarını okşamış "Hadi git." diyerek göndermişti. Tek gülümseyen o çocuk olmamıştı. Bu ana tanıklık eden, sarışın doktorun -neredeyse bir hayalet gibi- dudaklarına istemeden bir tebessüm konmuştu.

I'll Never ForgetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin