Biraz daha zaman geçti, zaman geçtikçe insanlar arttı. Festival artık daha kalabalık ve daha neşeliydi -en azından sabahları. Geceler, klasik olarak sarhoşlara, eğlence peşinde tur atanlara aitti. Bense bu narin bahar havasında Açelya'ya aittim. Sessizlikti o, parlaklıktı ve gözleri gibi duruydu.
Havalar kısa bir süre sıcaklaşmaya başladıktan sonra geri eskisi gibi soğumaya başlamıştı. Zvetred ne kadar da garip bir hava durumuna sahipti. Duygular, hisler gibi belirsiz, değişkendi ve yine duygular ve hisler gibi ne olduğu, nasıl olduğu belliydi. Yine de güzeldi, her şeye rağmen ahenkliydi bir şekilde. Bir şekilde, karmaşık birçok şey bir arada düzenliydi ve de güzel. Aslında uyumlu olmak belkide benzer olmak yerine farklı iki ya da daha fazla şeyin bir arada olabilmeyi sağlayabilmesiydi.
Canımızı ne acıtır? Neden farklılık insana bazen suskunluk, bazen yalnızlık ve bazen dışlanmışlık hissettirir? Canımızı farkındalık yakar mı? Ne şekilde olursa olsun bir yere gittiğinizde ortama uymuyorsanız, yani benzer değilseniz içinizde birkaç farklı his oluşuyor; Daha üstün hissetmek, yalnız kalmak, dışlanmak, aşağılık hissetmek veya öfkelenmek. Peki, neden uyum sağlayamayız ki? Oysa ki doğa, içinde birbirine zıt olanları uyumlu bir şekilde yaşatabilir. Bazen değişmek zorunda kalırsınız fakat kendiniz için değişirsiniz. Evrim sürecinde canlılar herhangi bir canlıya daha iyi bir besin olabilmek için değişmezler ya da herhangi bir canlıya daha uyumlu olabilmek için de değişmezler. Doğa değişiyor ama kendisi için yapıyor bunu ve insanlar değişirken kendisi yerine toplumu seçiyor. İnsan kendini av etmeyi kabul edebilen tek varlık gibi görünüyor. Çünkü topluma ayak uydurabilmek için değişmeyi istemek sadece insanlara ait kalıyor ve doğa insandan daha az gelişmiş hali ile insandan daha mantıklı davranıyor. İnsanlar ne kadar gelişmiş bir beyne sahipte olsa ve her rengi görselerde dünyaya karşı siyah beyaz bakıyorlar ve de kendilerince yazdıkları kuralları sadece kendine uygulamak yerine diğer insanlara da bunu uygulamaları için zorluyorlar. Toplum içinde tamamen bir aynılık istiyorlar. Bu aynılık kendilerince yarattıkları bir aynılık. Herhangi birisi herkesin kendince takılmasını herkesin ciddiyetsiz olmasını bekleyip, herkesin şakalarını anlamasını ister. Ciddi ortamlara gelemez ya da böyle ortamlar ile dalga geçer ve bir başkası herkesin ciddi olmasını, herkesin disiplinli, temiz, sakin ve çalışkan olmasını ister. Böyle olmayan bir toplumun içinde bulunamaz, bulunursa huzursuzlanır. Bunun gibi herkesin ya da çoğu insanın kafasında bir aynılık algısı vardır. Şimdilik bu kadar yeterli. Hazırlanıp dışarı çıkmam gerekiyor. Bugün Açelya'ya hazırladığım güzel bir masalı anlatacağım.
Dışarıda ki sandalyede oturuyordum, kalkıp meydana doğru yürümeye başladım. Gün doğumu insana huzur ve dinginlik katar. Sabahın ilk saatleri her şeyin çok saf gibi göründüğü, her şeyin masum, temiz ve düzgün hissedildiği bir andır. Şimdiyse, gün doğumundan birkaç saat geçmişti. Çoğu kişi uyanmış ve çadırlarını kurmaya başlamışlardı. Oyun alanlarını hazırlıyorlardı ve yeni birisi gelmişti festivale. Aylardan mayıstı ve festivalin bitmesine bir ay kala yeni birisi gelmişti. Büyük bir at arabası ve çalışanları vardı. Kasabanın tam ortasına gelip durdular ve kendileri için bir yer ayırttıklarını, oranın nerede olduğunu sordular kasabamızın insanlarına. Birkaçı geldi ve adama meydanın tam ortasında büyük bir yeri gösterdi. Adam baktı, uzun beyaz sakallarını ovdu ve yanında ki cılız adama "söyle hepsine buraya kurulmaya başlasınlar. Öğle olmadan bitmesini emrediyorum" dedi ve giydiği sıkı takım elbisesinden bir saat çıkarıp ona baktı. Çalışanları büyük bir hızla orayı kurmaya başlamıştı ve bende hafiften üşümeye başlamıştım. Bizim çaycı kızın büfesine gittim ve bu sefer sıcak bir nar çayı istedim. Açelya ve kendim için aldığım çayları evinin yanına kadar götürdüm. Işte orada beni bekliyordu kendiside. Elinde yine küçük bir sepet vardı ve bugün çok açık bir yeşil elbise giymiş, saçını da örmüştü. Sarı saçları ve yeşil gözleriyle uyumlu olmuştu hepsi.