Çok uzak diyarlarda ve çok eski bir zamanda yaşayan bir ihtiyar varmış. Bu ihtiyar adamın çok sevdiği, biricik bir kızı varmış. İhtiyarın bu kızcağızdan başka kimsesi yokmuş. Kızın da ihtiyardan başka kimsesi yokmuş. Annesi veya babası yokmuş ama onlar kadar değerli olan bu ihtiyarla büyümüş. İhtiyar, her zaman ona sevgisini bol bol vermiş. Her zaman onu korumuş, sevmiş ve büyütmüş.
Adı Yüce Dağlar olan; uzun, yeşil, görkemli dağların eteklerinde yaşarlarmış. Güzel, küçük bir kulübede hayvan otlatarak geçinirlermiş. Kız, her gün ahırdan inekleri ve keçileri çıkarır sonra da yüksek dağların tepelerinde keçileri otlatıp, inekleri de güzel, uzun otlara sahip olan dağın eteklerinde otlatırmış. Kız eve gelince tavukları yemler, kulübenin önünü süpürür, yeşil ovasında ateş yakar, ihtiyarla beraber sıcak süt içerek günlerini geçirirmiş.
"Heila! Kızım" dedi, ihtiyar.
Kız "Bekle geliyorum!" dedi neşeli bir sesle.
Aşağı uzun bir kız inmişti. Çok güzel, parlak ve uzun kahverengi saçlarını arkasına örmüştü. Bal rengi, badem gözleri vardı. Aşağı iner inmez, büyük bir sevinçle ihtiyarın koluna girdi.
"İnanamayacaksın ama çok büyük bir satış yapacağım. Gerçekten çok yoruldum. Uzun zamandır bitirmeye çalışıyordum örgüleri ve bugün bitti dedeciğim. Artık hepsini satabilirim."
İhtiyar "demek sonunda bitirdin ha?" dedi gülerek.
O da gülerek karşılık verdi "evet, evet bitirdim. Gülme öyle, hadi hepsini toplayıp pazara gidelim."
Heila ve ihtiyar pazarda ciddi anlamda iyi satış yapmışlardı. Ürünleri öyle güzel ve detaylı bir şekilde işlemişlerdi ki herkes almak istiyordu. Sonunda akşam olunca eve geldiler. Mutlulukları her ikisinde de doruklardaydı. Heila, sabah olduğunda büyük bir sevinçle elbisesini giymiş, ve hayvanları dışarı çıkarmıştı. Her zaman olduğu gibi; inekleri ve keçileri yerlerine yerleştirmiş ve daha sonra da çimenlerin üstüne uzanmıştı. Tam o sırada bir köpek üstünden atladı. Kız, aniden olduğu yerden kalkmış etrafına bakınmıştı. Karşısında köpekle oyun oynayan genç bir erkek vardı. Çimenlerin üstünde köpekle koşuyorlardı.
Heila sevinçli bir sesle "hey!!" diye bağırdı.Genç oğlan gülerek koşarken durdu ve kıza baktı. O da kız kadar uzundu.
"Buyur!" dedi.
"Sen kimsin? İlk kez görüyorum seni."
"Npola! Bekle, yanına geliyorum."
Oğlan, kızın yanına gitmişti ve sonrasında ise sıkı bir sohbete dalmışlardı. Beraber köpekle koşmuşlar ve çimenlerin üstünde yuvarlanmışlardı.
Aradan günler, haftalar ve yıllar geçiyordu. Heila ise mutluluğu zirvelerde hissediyor ve kalbinde ise oğlana karşı bir aşk büyütüyordu. Gün geçtikçe daha da büyüyen bu sevgi artık saklanamaz hale gelmişti ve Heila, ona açılmalıydı.
Güzel bir yer sofrasında; sıcak ekmekler, çorbalar, güzel kokulu yemekler vardı. Karşısında ise genç oğlan duruyordu.
Heila, hiç olmadığı kadar heyecanlı ve umut doluydu. Ama aslında bu gece sadece bir hayal kırıklığından başka hiçbir şey olmayacaktı. Heila'nın aşkı karşılık bulamayacaktı. Güzel günleri daha ileri gidemeyecekti. Her şey bu gece bitecekti. Umutları veya sevgisi sönmek zorunda bırakılacaktı. Yıllarca büyüttüğü sevgisini bir gecede yok etmek zorunda kalmalıydı. Güzel günler geçmiş, birçok şey yaşanmıştı. Yaşanmıştı yaşanmasına ama kalıcı olmayacaktı. Bu yer sofrası veya bu çimenler artık pekte değerli değildi. Sabahlar pekte güzel başlamıyordu.Yine aradan günler, haftalar ve yıllar geçiyordu. Heila, kalbinde ki aşkını yeterince hala yaşayamamıştı ve duygularını yeterince açtığını düşünmüyordu. Elleri ile çok güzel hediyeler hazırlamış, tüm gece bu hediyeler için uğraşmıştı. Kapıdan izleyen ihtiyarsa hiç mutlu değildi. Sabah olduğunda her şey bitmişti. Bu sabah ise hava çok serindi, neşeliydi. Kuşlar cıvıl cıvıldı. Genç oğlan Heila'nın sevgisini reddetmişti ama bunu güzel bir şekilde dile getirmeye çalışmıştı. Heila ise hala karşılık alamayacağını bilse dahi bu hediyeleri vererek; duygularını gösterebilmek ve kendini açıklayabilmek istiyordu.
Aradan birkaç gün geçmişti ve sonunda toparlanmıştı. Güzel, su yeşili bir elbise giymiş ve uzun saçlarını topuz yapmıştı. Bal rengi gözleri ışıl ışıldı. Saat daha sabahın ilk saatleriydi. Eline hediyesini almış ve genç oğlanın yanına gitmişti. Tekrardan oturmuşlar, konuşmuşlardı. Oğlan hediyeleri kabul etmek istememiş ama kız ise çok hevesliydi. Gözleri, oğlanın mavi gözlerinde parlıyordu. Hediyeleri kabul etti ve onlara her zaman çok değer vereceğini de ekledi.
Heila bu aşka bir karşılık alamasa dahi onu çok fazla seviyordu. Sevgisine zarar vermiyordu. Bu sevgiden vazgeçemiyordu. Sarhoş edici bir aşktı. Mükemmel bir histi. Ona her geçen gün daha fazla değer vermeye devam ediyordu. Hala her şey berrak, güzel ve cıvıl cıvıldı. Onu her gördüğünde kalbi hâlâ sevinçle doluyordu. Haftalar ve aylar bu şekilde geçiyordu. Aşkı hâlâ karşılıksız ama büyüktü. Bir gün, Npola'nın evinin önünden geçiyorken, tahta kutusunun ve değerli taşlardan yapılmış bilekliğin çukurun içinde olduğunu fark etmişti. Bu taşların her birinin rengi, birçok anlama sahipti. Ve o kutu... o kutuyu kendi elleri ile yapmıştı. Günlerce bu kutu için uğraşmıştı. Hâlâ olduğu yerde çukura ve icinde ki hediyelerine bakarken bir kız geldi.
"Hey, iyi misin? Neden çukura bakıyorsun."
Heila hiçbir şey demiyor ve hâlâ dinlemeye devam ediyordu.
"Kutunun güzelliğine mi bakıyorsun? Bununla dün çok eğlendik. Npola'yı tanıyor musun bilmiyorum ama çok iyi bir atıcı gerçekten" dedi gülerek. "Burada yaşıyor, dün bu kutuyu uzak bir yere koydum ve..."
Heila'nın gözleri soğuklaşmaya başlamıştı. Derin bir iç çekti ve sonra hiçbir şey demeden, görkemli ve büyük dağların eteğinde ki kulübesine dönmüştü. İhtiyar, kapının önünde onu bekliyordu. Heila yanına gelir gelmez ise ilk dediği şey "sevgiye en büyük hakaret karşılık vermemek değil, saygı duymamaktır minik balım" dedi.