yakın temaslardan kaçan ve sevmeyen biri olarak, şuanda bulunduğum konumdan rahatsızlık duymuyordum. kendi duygularımı serbest bırakıp onu öpebilir, kendini tutup her şeyden emin olana kadar duygularımı kapatabilirdim.
kısılmış gözleriyle dudaklarıma baktığında tepkisizce onu takip ettim. tatlı ve çekici kokusuyla gözümü kapatıp kendimi ona bıraktım.
öpmesini beklemek miydi? öpmek mi?
iç çekip gözlerimi açtım yavaşça. bu sefer gözlerime konumlanırdığı gözlerini inceledim. nefesimi verip ondan uzaklaştım. başımı öbür tarafa çevirip dışarıdaki trafiği izledim.
yüzüme çarpan kırmızı ışıklar dolan gözlerimle bulanıklaştığında arabayı çalıştırmış, derin bir nefes bırakmıştı.
kalkan arabayla elimi çeneme koyup gözlerimi kapattım. hissettiğim duyguları anlayabilecek kadar olgundum, olgundu.
kapalı gözlerim yaşlarını yutmaya çalışırken düşüncelerimi tek tek yanıtlamaya çalıştım. sessizlikle ilerlediğimiz 10 dakikanın sonunda gözlerimi açıp, aynadan kendime baktım.
kızarık burnum soğuğu bahane edebilecek durumdaydı. koltukta rahat bir şekilde oturduğumda artık yan profilini ve önümü görebiliyordum.
önümdeki ekrana bakıp kararsız kalsamda telefonumu çıkarıp araba ekranına bağladım. bir yaptığıma birde yola bakıyor, hiçbir şey demiyordu.
telefonumdan kendi listemi açıp sevdiğim şarkılara göz attım. belkide bu şarkıyı sevdiğimi o da bilmeli, diyerek sabahtan beri aklımda olan şarkıyı açtım.
beni şarkıya benzeseydim, flawless olurdum demiştim hep. belki bunu bir başkası söyleyebilirdi. kendi kendinin arkadaşı olmak böyleydi.
küçük yaşlarda kendimi sevmek zorunda kalmıştım, çünkü sahip olduğum tek kişi kendimdi.
she's enough for me,
diye mırıldandım. she's in love with me.
ışıklarda durduğumuz sırada yüzüme baktı. önüme odaklandığım sırada ona bakmamakta kararlıydım. you're a doll,
you are flawless.
"but I just can't wait for love to destroy us. " diye mırıldandığında açık kalan ağzımla ona baktım. kucağında ki ellere baktığından bana bakmadı. bileğinde yavaşça gezdirdiği parmaklarına odaklandım. kaşıyacağını bildiğimden elimi uzatıp bileğindeki elini tuttum. aramızda duran kenetli ellerimize bakıp sırıttı. yüzüne çarpan yeşil ışıkla elimi çekmek istedim.
izin vermeyip dahada sıkı tuttuğu sırada yutkundum. tek eliyle direksiyona tuttuğunda ışıkları geçmiştik. orta hızda sürdüğü sırada yalnızca tebessüm edip önüme dönmeyi tercih ettim.
yol ayrımında durdu.
yüzüme bakıp dudaklarını birbirine bastırdı. biraz düşündükten sonra konuştu. "soldan gidip sahile gidebiliriz. tabi sana kalmış. "
antrenmanı biraz fazla yapsam ne olurdu ki?
başımı sallayıp onayladım. "bira da alır mıyız? "
kaşlarını çatıp "diyette değil misin? "
oflayarak gözlerimi ovuşturdum. gülüp "bir şey olmaz, bir tane içersin sadece. " dediğinde güldüm. "bir tane, pekala. " diyip başımı salladım. daha fazla hareketsiz kalmak istemediğinden direksiyonu sola çevirdi.
iç çekip bir şeylere şaşırmak yerine anı yaşamaya karar verdim.
aklıma gelenle hızla konuştum. "sahilde yakalarlarsa? "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
under the influence, hoonsuk
Fanfichyunsuk, küçüklüğünden beri hayali olan ilk boks maçına çıkar. ancak rakibi ona şaşırtıcı bir teklif sunar...