Dokuzuncu günüm biraz farklı geçmişti.
Nedeni de artık Fyodor'u masada yalnız bırakmıyordum. O İncil okurken ben de karısını aldatıp boşanan ve çocuğunun vekaletini alan adamın hikâyesini okuyordum.
Ana karakter uyanık biriydi ancak vicdanlıydı da. Buradakiler gibi "kader mahkumu" olmuştu. Bu yine de onu bir melek ya da şeytan yapmıyordu fazlasıyla gri bir karakterdi. Okurken empati yapıyordum yine de onu tam olarak haklı bulamıyordum. Hapishanedekiler için uygun bir kitap mıydı emin değildim. Nihayetinde buraya giren her insan ne gri ne de beyazdı. Siyahın bir tonuyduk. Bazılarımız griye tutunmaya çalışan siyahtı, bazılarımız griden kaçmaya çalışan siyahtı. Siyahın da tonları vardı, burada on kişinin bir tonu olması gibi.
Aralarından en açık ton kim olurdu diye düşünüyordum. Belki Hirotsu? Yaşlı adam yirmi üç yıldır buradaydı. Gözümde gerçek bir kader mahkumuydu. Eşini öldüren adamları öldürmüştü. Mahkeme eşini öldürenlere üç yıl gibi bir ceza verip birkaç ay sonra adamları serbest bıraktığında Hirotsu "Adaleti adil olanlar sağlamalı." demiş ve adamları öldürmüştü. İşlemeyen adaletin işleyesi tutar ya bazen Hirotsu'nun da kaderi böyleydi. Yirmi dört yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
En koyu tonu seçmek daha zordu. Kajii, Samuel, Fyodor?
Kajii insanların benliğini çalmıştı. Her uyuduklarında ve uyandıklarında hatırlayacağı, hayatları boyunca peşlerini bırakmayacağı travmalar bırakmıştı. Kendisi ranzasında "Jeffrey Dahmer" gözlüğünü düzeltip Mark'tan aldığı, asla ilgisini çekmeyen, çıplak kadın dergisine bakarken kurbanı olan onlarca erkek zihninin hapishanesinde suçluyu arıyordu belki de.
Samuel ise insan pazarlayan orospu çocuğunun tekiydi. Kendi yurttaşlarını Hindistan'tan kaçırıp pazarlamış kansız biriydi. Dolandırıcıydı. İnsanlar başka bir ülkede yeni bir sayfa açacağının umuduyla bu adama inandıklarında bırakmak istedikleri hayatı arayacağından bir haberlerdi. Kajii'ye kinim vardı ancak Samuel'e karşı duyduğum öfke benim için farklı bir boyuttaydı. Bazı geceler uykusunda boğmak istiyordum. Hatta Kajii buna düzenli olarak tecavüz etse sesimi çıkarmazdım. Bu yüzden ben de gri değildim.
Fyodor ikisinin yanında belki de en masumuydu. Dokuz kişiyi öldürdüğünü söylüyorlardı. Atsushi söylemişti tabii bunu da. Koğuşun magazini Atsushi'den soruluyordu. Hatta ki diğer koğuşlarla bile bağlantısı vardı, tuhaf ama komik bir adamdı. İnsanların kişisel bilgilerini başka ülkelere satmasa tabii kendi için daha iyi olabilirdi. Atsushi ve Tanizaki siber hırsızlardı. Bankaları bile hacklemiş manyak bir ikiliydi. Aralarında ne olduğunu da çözemiyordum. Hem çok gülüyorlardı hem de çok tartışıyorlardı.
Elimi çeneme yaslayıp kitabın ortasına ayraç bıraktım. Kitabı kapatıp ayaklandığımda Fyodor bana baktı. Tuvalete gideceğimi fark edince kitabını okumaya devam etti. Sandalyemi çekip kırışmış tişörtümü düzelttim.
Adımlarım her zamankinden uyuşuktu. Kapıyı açtığımda ise tuhaf sesler duydum. Kaşlarım çatılırken kapıyı ardımdan sessizce kapattım.
"Sıra Tachiara'da."
"Kim sikecek?"
"İkimiz girelim işte."
"Atsushi yapsın. Ben ağız işi istiyorum."
Duyduğum her cümleyle ağzım aralandı. Seslerini gayet iyi tanımıştım. Tachiara, Tanizaki ve Atsushi tuvaletin birinde, muhtemelen sondan birinci kabinde, kimin kime çakacağını konuşurlarken gülmemek için dudağımı ısırdım.
E tabii her insanın olduğu gibi buradaki mahkumların da cinsel ihtiyaçları vardı. Sadece tuvalette grup yapacaklarını düşünmemiştim. Fyodor'la benim gibi kimse banyoda birbirlerini çekmelerine de izin vermezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Ordinary Life
FanfictionChuuya Nakahara, hapishanede geçirdiği her günü sıradanlaştırmaya çalışırdı. Ancak sadece çalışmakla yetinirdi. Not: Uyarıyı okumadan başlamayın. 28.09.23