Gözlerimi araladığımda hiçbir şey göremiyordum. Hücrenin içindeki lavabonun çeşmesinden su sesi geliyordu. Çeşme akıtıyordu, muhtemelen vanalarda sorun vardı.
Süngerin yayları itinayla sırtıma ve kalçama batıyordu. Süngerin ucunda bir örtü vardı. Dokusuna baktığım kadarıyla naylondu. Dokunduğum an ciğerlerime toz dolmuştu. Belki de yanımda bir fare bile vardı ancak göremiyordum.
Gözlerimi kapatıp yüzümdeki acıyı unutmaya çalıştığım anların birinde demir kapıdan ses geldi ve kapı ardında kadar açıldı. Gözlerim ışık şiddetinden dolayı kısıldığında kimin geldiğini idrak etmeye çalıştım.
"Kalk hadi. Cezan bitti." dedi tanıdık ses.
Ayağa kalkıp hücreye göz attım. Her şey tahmin ettiğim gibi yerindeydi. Ağır adımlarla dışarıya çıktığımda demir kapı kapandı. Yeşil gözlü gardiyan arka cebinden kelepçeyi çıkarıp elimi kelepçeledi. Ön cebinden göz bandı çıkardığında kaşlarım çatıldı.
"Saat kaç?"
"22.59"
Tüylerim diken diken oldu. Soğuk suyun altında duş almışım gibi hissettirdi. Bir dakika daha geçecekti ve Fyodor'un kimsenin ayakta kalmasına izin vermediği o saat dilimine girmiş olacaktık.
Ranpo göz bandını bağlayıp koluma girdiğinde koğuşun tersi yönünde hareket etmeye başladık. Koğuştan uzaklaştıkça gerginliğim artıyordu.
Kaşım hâlâ ağrıyordu, muhtemelen dikiş atılması gerekiyordu. Gardiyan beni durduğunda elektronik bir ses duydum, bu sesi kilit sesi takip etti. Nereye gidiyorduk bilmiyordum ve saatin 11'i geçmesi beni fazlasıyla geriyordu. Fyodor'un bizi görmemesi gerekiyordu.
"Beni nereye götürüyorsun?"
Sessizliğimi bozup gardiyana sorduğumda adam gülüp bir şey söylemedi. Hiçbir şey göremiyordum. Su damlalarını sesini işitiyordum, muhtemelen uzun ve dar bir koridordaydık adım sesleri ve su damlaları yankı yapıyordu.
Pek iç açıcı bir yere gittiğimi düşünmüyordum ve ölmemek için bu gardiyanı delik deşik etmeye de hazırdım.
"Gelmek üzereyiz."
Adamın yol boyunca ağzından çıkan tek kelime bu oldu. Gardiyanın kolumdaki tutuşu sıkılaştığında adımımı temkinli attım. Merdivenin basamaklarıydı. Demir bir merdiven olduğunu anladım. Muhtemelen yangın merdiveni gibi bir şeydi. Basamaklar bittiğinde gardiyan kolumu bıraktı. Anahtar sesi kulağıma geldi. Kelepçeyi çözdüğünde göz bağımı çözdüm. Adam arkama bakmama izin vermeden başımı önümdeki kırmızı demir kapıya yasladı. Gardiyanın kıkırtısı kulağıma geldi. Omzumu sıktı. "Bol şans." dedi ve beni içeriye soktuktan sonra ardımdan kapıyı kilitledi.
"Nereye gidiyorsun?" diyerek bağırdım ama adamın ayak sesleri çoktan kaybolmuştu. İçeri karanlıktı. Ne vardı göremiyordum.
Elimle duvarları yokladım. Anahtar aradım ancak bulamıyordum. Derken bir anda lambalar yandı. Burası büyük bir depoydu. Aynalar ve beyaz ışıklarla çevrili ortasında büyük bir yatağın olduğu depoydu. Kapıdan uzaklaştığımda adım sesleri depoda yankılanmaya başladı. Bunlar bana ait değildi. Burada benden başka biri daha vardı.
Ani bir atak için hazırlıklı davrandım. Aynalar fazlasıyla rahatsız edici duruyordu. Depoda başka bir kapı var mıydı? Varsa neredeydi? Aynalar kapıyı kamufle ediyordu.
"Sonunda gelmişsin."
Tanıdık sesle arkama baktım. Siyah saçlı adam üstüne giydiği beyaz takım elbise ve beyaz eldivenle deponun silüeti gibi duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Ordinary Life
FanficChuuya Nakahara, hapishanede geçirdiği her günü sıradanlaştırmaya çalışırdı. Ancak sadece çalışmakla yetinirdi. Not: Uyarıyı okumadan başlamayın. 28.09.23