10

106 11 11
                                    

"aslında beni buraya arkadaşım getirdi. partilerden ve insanlardan hoşlanmam. okulda da kesinlikle böyle görünmüyorum. eğer büyük gözlüklü ve at kuyruklu kızlara ilgin vardıysa tanışmış olmalıyız." dedim ve gülmeye başladım.

Tristan da gülmeye başladı. "seni bizim okuldan sanmadığım için tanışmak istemiştim aslında. bizim okuldaki kızları hiç gördün mü? hepsinin tek derdi makyaj ve onu starbucks'a götürüp en pahalı kahvelerden alacak bir erkek arkadaş."

"onlardan biri de arkadaşım." dedim homurdanarak.

"peki gerçekten, seni nasıl hiç görmemiş olabilirim? okuldaki insanların tamamını tanıyorum?" dedi hala şaşkınlığını üzerinden atamayarak. okulda beni hiç görmediğine o kadar emindi ki hala inanmıyordu.

"dediğim gibi; makyajdan ve erkek arkadaştan çok dersler ve at kuyrukları ilgimi çekiyor." dedim omuz silkerek.

"peki bu haline ne demeli?" dedi sırıtarak.

suratımı buruşturdum ve bakışlarımı üzerimdeki korkunç elbisede gezdirip saçlarıma dokundum. "iğrenç görünüyorum değil mi?"

Mary kendini aşmış, ve beni bir partiye kısa elbise, yapılı saç ve en berbatı makyajla götürmeyi başarmıştı. partilere katılırdım ama asla süslenmezdim. at kuyruğu ve gözlüklerimle gayet mutluydum. ayrıca gözümdeki lenslerde fena batıyordu. onları çıkartmak istiyordum ama onlarsız görebileceğimi de sanmıyordum.

"bence çok güzelsin. hem makyajın bu gece gördüğüm en abartısız makyaj." şaşkınlıkla açılmış gözlerimle ona baktım. kulaklarıma kadar çekilen eyelinerla (!) nasıl abartısız olabiliyordum anlamış değildim.

"hey arkadaşlarımla tanışmak ister misin?" Tristan ayağa kalktı ve arka tarafı işaret etti. kafamla onayladım. elimi tutup beni kaldırmasına izin verdim. beraber darmadağın olmuş evde yönümüzü bulmaya çalıştık. tekrar parti sahibini bilmediğim halde onun için üzüldüm. bu evi toplaması gerçekten zamanını alacaktı. fazla içip kusan ergenler gerçekten sorun çıkarıyordu.

Tristan'ın beni mutfağa sokup çekiştirmesiyle yaptığım şey kafama dank etti. çünkü görüş alanıma James girmişti. arkadaşlarından kastığı başkası olamazdı ya. ellerimin bir anda terlemeye başladığını ve dehşete kapıldığımı hissettim. artık geri dönüşü yoktu.

"çocuklar yeni arkadaşımla tanışın." Tris beni kollarımdan tutarak önlerine itti. hepsinin üzerime çevrilen bakışlarıyla gerildiğimi hissettim. "bu güzel bayan da kim?" dedi Connor gülümseyerek. hepsinin suratında hafif bir gülümseme vardı ve beni gördüklerinden hoşnut olmuş gibi bir halleri vardı. bana böyle bakmaları garipti. genel olarak hiç bakmazlardı. yani bana.

"bu Pam. yani Pamela. ama kendisine Pam denilmesinden hoşlanıyor." Tristan'da onların yanına geçince ekip tamamlanmış oldu. sırayla diğer çocuklarla el sıkıştıktan sonra Tristan yine beni sohbetin içine sokmayı başardı. genelde konuşmayı sevmeyen biri olmama rağmen Tris'le başladığım her konuşmada susmak bilmiyorum. bunu nasıl başardı hala anlamış değilim. ayrıca James de hemen yanımda -bana 1 metreden bile yakında aman tanrım- olduğu için kendimi biraz gergin hissediyordum.

"pazartesi bizimle yemek yemek ister misin? yani bizimle takılabilirsin." Connor'ın önerisi üzerine benim şaşkın çocuklarınsa hoşnut bakışları onun üzerine çevrildi. hepsi kafasıyla ve sözcüklerle onaylarken bir yandan kızarmış suratımı saklamaya bir yandan da heyecanımı bastırmaya çalışıyordum. "bilemiyorum. olabilir."

ön taraftan yükselen çığlık sesleri ve evin arkasına -yani mutfağa- oradan da bahçeye yönelen insan kalabalığı dikkatimizi oraya çekmemize sebep oldu.

"çabuk çıkın, polisler bastı." çocuğun birinin hızla yanımızdan geçmesiyle çocukların aklı başına gelmiş gibi hızla harekete geçmeleri de bir oldu. neyseki Tris benim orada olduğumun farkındaydı ve kolumdan tutup beni çekiştirmek aklına gelmişti.

5'imiz beraber arka taraftan çıkıp çitlerden atladık -ki bu elbisem düşünülünce benim için zor bir eylem olmuştu, ne yazık ki Brad'in üzerine düşmüştüm.- uzunca bir süre dolanıp sanki oradan geçen bir grup çocukmuşuz gibi evin birkaç sokak ötesindeki James'in arabasına binmiştik. beni evime bırakmışlardı ve ben camdan onlara el sallayana kadar da kapımdan ayrılmamışlardı. giderken hepsi bana gülümsemiş ve el sallamıştı. ama daha çok dikkatimi çeken James olduğu için diğerlerine bakamamıştım.

sonunda yatağıma huzurla ve mutlu bir şekilde girdiğimde olanlar karşısında bir başka heyecan krizi yaşadım. yıllardır umutsuz bir şekilde aşık olduğum çocuk -ve tabii arkadaşları- beni fark etmişti. hatta masalarına davet etmişti. onlarla yaptığım bütün konuşmaları baştan analize ederken aklıma Mary geldi. -ve onu orada bıraktığım- ani bir telaşla elimi başucumdaki telefona attım ve ondan gelen 30 mesaj olduğunu gördüm. benim nerede olduğumu ve kendinin kaçtığını söyleyen içerikli mesajların sonunda ona mesaj atmamı söylüyordu. ona iyi olduğumu mesaj attım ve sonunda kendimi mutlu bir uykuya bıraktım.

&&&
sonunda len

wish you were mine [j.mcvey] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin