Kendimi o kadar bitik ve yorgun hissediyordum ki tek bir parmağımı kıpırdatmak bile zor geliyordu. Buna rağmen her zamanki gibi sabahın erken saatlerinde kalkıp -mecburen- içtimaya çıkmıştım.
İçtima da birden yağmurun bastırmasıyla ise çok geçmeden geri içeri girmiştik.
Yağmurun yağması sanırım son zamanlarda hiç uğramayan şansımın gülümsemesiydi. Halimi görüp bana acımış olabilirdi.
İçtimada Barbaros'u görmemem ise şansımın bana bir diğer gülümsemesi olabilirdi.
Turan abi bugün hiç yanımdan ayrılmadan sürekli benimle ilgilenmişti. Yemem için bir şeyler alıp geliyor, ısrarla hepsini bitirmemi sağlıyordu. Sonra da gururla gülümseyip saçlarımı okşuyordu.
Ne kadar isteksiz görünsem de hoşuma gidiyordu aslında. Abimin eksikliğini hissettirmiyordu fakat şu an bunların dışında düşündüğüm bir şey daha vardı.
Uyumak.
Gece sürekli bölünen uykularım yüzünden uyuyamamıştım. Hazır vaktim varken de uyumak istiyordum.
Turan abiye dönüp hafifçe gülümsedim.
"Abi, ben biraz uyusam olur mu?"
Salih ile olan konuşmasını bölerek bana döndü. Gülümseyip başını salladı.
"Uyu abim." dediğinde beklemeden ayağa kalkıp kışlaya ilerledim. Ben kalktığımda kaldıkları yerden konuştukları konuya devam etmişlerdi.
Koğuşa vardığımda içeride birkaç kişi vardı. Onlar da kendi aralarında sohbet ediyorlardı, bazısı da uyuyodu.
Postallarımı ve üniformamı çıkarıp kendimi hızla yatağa attım. Yorganı üzerime çekerek uyku pozisyonu aldım. Bir an önce uyumalı, üzerimdeki yorgunluğu atıp yarına daha dinç uyanmalıydım.
_
Turan abinin beni öğle ve akşam yemeği için zorla uyandırmasını saymazsak gün boyu uyumuş, uykumu güzelce almıştım. Mutlu hissediyordum. İçtimadan sonra mıntıka temizliği ve antrenman yapmış olmamıza rağmen yorulmamıştım. Üzerimde garip bir mutluluk ve sevinç vardı. Sebebini Barbaros'u görmememe bağlıyordum.
Yarın çarşı izni vardı ama maalesef biz cezalı olduğumuz için çıkamıyorduk. Bor de üstüne bugün on altı saat nöbetim vardı ve bunu hatırladığım an bütün mutluluğum sönüp gitmişti.
Seslice oflayıp yerime sindim. Oturduğum yerde biraz kayarak yayvanca oturmuş ve kollarımı önümde bağlamıştım. Salih bana bakıp ne oldu anlamında kaşlarını kaldırarak başını iki yana salladı.
Omuz silkip cevap vermek için dudaklarımı araladığım sırada içeri Ahmet girdi. Berbat gözüküyordu. Gözleri, beyazı gözükmeyecek kadar kanlanmıştı.
Kızarık gözleri birkaç saniye bize değdi. Selam vermeye bile mecali olmadığı yüzünden belli oluyordu. Ardından yatağına ilerleyip postallarını çıkarmaya tenezzül etmeden kendini yatağa attı.
Arkasından gelen çavuş aceleyle koğuşa girdi ve herkeste dolaşan gözleri bana değdiğinde durdu. Eliyle yanına çağırdı. Kaşlarımı çatıp yanına gittiğim sırada hızlıca konuştu.
"Barbaros komutan nöbet yerinde seni bekliyor." dedi ve cevap vermemi beklemeden koğuştan çıktı. Dudaklarımı birbirine bastırıp bir süre arkasından baktım.
Salih ile Turan abiye dönüp başımı hafifçe eğerek selam verdim ve çıkışa yürüdüm.
Elinde birkaç kağıtla öylece bekleyen Barbaros'un yanına vardığımda beni hiç umursamadı.
"Çağlar Kaya, Ankara, emret komutanım!"
Gözlerini acele etmeden yavaşça yüzümde gezdirdi. Elindeki kalemi uzattı. Kaşlarıyla kağıdı gösterdi.
"İmzala."
Kaşlarımı kaldırıp kağıda baktım. Okumaya başladığımda ide aslında sadece nöbet tuttuğuma dair bir belge olduğunu anladım. Uzattığı kalemi alarak ismimin altında kalan kısmı imzaladım ve kalemi geri verdim.
"Bu on altı saatlik nöbetin tek bir saniyesinde bile uyuduğunu görmeyeceğim." diye konuştu üstüne basa basa.
Namlusu yeri gösteren silahı kaldırarak göğüs hizama getirdi. Silahı ondan aldığım sırada arkasını döndü, her zamanki gibi.
"Yerine geçebilirsin asker."
"Emredersiniz komutanım!" diyerek nöbet yerine geçip pozisyon aldım.
_
Sonunda biten uzun süreli nöbetimle gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes aldım. Uyumak istiyorum diye ağlayasım vardı ama neyse ki nöbet sırası gelen diğer askerle sonunda buradan ayrılabilmiştim.
Nöbet tutmanın hiçbir güzel yanı yoktu. Bunun yerine içtimaya çıkıp izmarit toplamayı tercih edebilirdim.
Parmaklarımla gözlerimi ovalayıp göz kapaklarımı yukarı doğru çekiştirdim. En azından koğuşa gidene kadar dayanamam gerekiyordu.
Aslında beş dakika bile sürmeyen ama bana beş yıl gibi gelen, kısacık olan ama şu an için sırat köprüsünü andıran o yürüme mesafesini sonunda bitirmiş kışlaya girip anında kendimi koğuşa atmıştım.
Postallarımı çıkarıp yatağın dibine bıraktıktan sonra aynı şekilde üniformamı da çıkararak dolaba astım.
Yatağa girip yorganı boynuma kadar çektim. Koğuşta kimsenin olmaması işime gelirken gözlerimi sıkıca kapattım.
_
Yarım saattir belimi dürten el aynı zamanda sinirlerimi de dürtüyordu.
Uykumu bölmek istemememe rağmen birazdan kalkıp sürekli beni uyandırmaya çalışan elemanı bir güzel pataklayıp tekrar uyuyacaktım. Evet, kesinlikle düşüncem buydu."Lan kalk içtimaya çıkacağız. Seni uyandırayım derken ben de geç kalıyorum şerefsiz."
Kulaklarımı dolduran Ahmet'in sesiyle az da olsa kendime geldim. Gözümün tekini açarak Ahmet'e baktım.
"Hacı, siktir git."
Başımı diğer tarafa çevirmeden önce Ahmet'in gözlerini devirdiğini gördüm.
"Çağlar kalk lan. Boşuna azar işitmeyelim şimdi zaten dün sen nöbetteyken yeni komutan geldi. Herif hepimize iğrenç varlıklarmışız gibi bakıyordu. Adam edecekmiş bizi öyle diyor."
Başımı yastıktan kaldırdım ve tek kaşımı
kaldırıp Ahmet'e baktım."Ne yapacakmış?"
Omuz silkip doğruldu. "Bilemiyorum artık ne yapacağını ama sen şu an kalkıp giyinmezsen ve biz içtimaya çıkamazsak ikimizi de üst üste koyup sikebilir. Şahsi fikrim."
Oflayarak yataktan kalkıp dolaba ilerledim. Üniformamı alarak giydim ve postallarıda hızlıca ayağıma geçirdim. Elimi yanaklarıma sürtüp yokladım ve tıraş olmayı es geçtim. Ahmet'e bakıp kafamla kapıyı işaret ettim.
"Gidelim hadi."
-
Kim bu komutan ben de bilmiyorum. Boş, öylesine bir bölüm ya da geçiş bölümü diyebiliriz. ×_×
ŞİMDİ OKUDUĞUN
muhtemel aşk [bxb]
FanficÇağlar usta birliği için gittiği askeriyede eski sevgilisinin komutanı olacağını bilemezdi.