1. Gül Kokan Mezarlık

1.4K 95 29
                                    

Takvim yaprağı gibiydi onların hayatları. Her yeni günde anlamını yitiren sayfalar bir bir çöplükte yerini buluyordu.

Osman'ın hayatı da bahsedilen takvimden halliceydi. Garip babası, anasını köy meydanında görüp beğenince askerden yeni geldim demeden kaçırmış, gencecik kızın günahına girmişti. Öyle böyle gençlere sahip çıkan dedesi düğünü yapsa da başını bir kere yere eğdi diye köyde istememiş, İstanbul yolları bu iki gence gözükmüştü. Herkesi sığdıran, yuva olan İstanbul bir babasına mezar olmuş, inşaatta çalışırken yüksekten düşerek gebe karısını koca şehirde yalnız bırakmıştı. Öyle bir gün de doğmuştu Osman. Annesi aslan kesilmiş hem erkek olmuş çalışmış, hem de anne olmuş oğluna bakmış, kimselere muhtaç etmemişti. On dördüne gelen Osman, böyle güzel bir ananın evladı olarak en çok kadınlara saygı duyardı. Ama anasının bir kusuru vardı, çok güzeldi. Dul kadın olmasına rağmen mahallenin tüm bekarları bile peşine düşmüş, "Oğluna baba, sana koca oluruz!" Diyerek kadının başına bela olmuşlardı. Bilmezlerdi ki kadının hayatındaki tek erkek oğlu Osman'dı. Ona üvey baba getireceğine ölse daha iyi olduğunu düşünür dururdu. Tütün fabrikasında sardığı sigaralar yüzünden parmak uçları sarı sarı olmuş halde akşamın ileri saati evine gelir, ders çalışan oğlunun kara başını okşayarak o yorgunluktan uyuya kalırdı. Yine o günlerden biriyken anası ilk defa eve gelmemişti. Osman şüphelenmiş halde evde anasını beklerken kötü haber ya tezce evine gelmişti. Hastaneye götürmüştü mahaleli güzel anasını. Bir yandan da camdan duyulan lanetler, kınamalar, acıklı sözleri duyarak içinden dualar etmeye başlamıştı. İlk o zaman sığınmıştı Allah'a, o zaman dualar etmişti de işe yaramamıştı. Hastaneye gittiğinde anasını göstermek yerine cenazeyi konuşan insanlarla bir halt döndüğünü anlayıp sorduğunda o gece karanlık çökmüştü kalbine.

"Kasabın namert oğlu, elin namusu demeden sıkıştırmış tenhada, kıymış kadının canına!" Demişlerdi.

İşte Osman'ın hayatında henüz on dört yaşındayken ilk takvim yaprağı düşmüştü. Kasabın oğlu olan ırz düşmanı Bahri'yi canından ederek masumluğunu, hayallerini, okulunu, kitaplarını da bavuluna tıkayarak hapis yolları gözükmüştü. İlk o gün almıştı eline tesbihi, tövbe çeke çeke dilinde tüy bitmişti de şu vicdanının sesi bir türlü geçip gitmemişti ömründe.

Kader ya kimsesiz girdiği o çukurda aile bulmuş, baba ve iki kardeşe sahip olmuştu Osman. Baba dediği adam da Türkiye'nin en çok korkulan ve alemde ismi geçince benim diyen adamları bile titreten Derviş Ağa'ydı. Osman'ın hikayesini duyunca sahip çıkmıştı ıslah evinden gelen gencecik çocuğa. Osman'ın o günden sonra da eğik başı bir daha hiç eğilmemişti. Derviş Ağa ondan önce hapisten çıksa da, oğlum dediği delikanlıdan elini hiç çekmemiş, okumayı sevdiğini bildiğinden gücü sayesinde hapishanenin tüm şartlarını zorlayarak okutmuş, ona bir şey olduğunda tüm işlerinin başına oğlunu geçireceğini söyleyip durmuştu. Derviş Ağa'nın kimsesi olmadığını en çok kimsesiz Osman bilirdi. On sekizinde amcasının kızına gönül vermiş, kızcağız genç yaşta Derviş Ağa askerdeyken karşı köyden bir gençle evlendirilince de kalbini kapatmıştı. Osman'ı Allah gönderdi derdi çevresine, bazıları onu gerçekten oğlu bile sanırdı.

Kardeş dediği gençleri de hesaba katmamak olmazdı. Islah evinden gelen iki parlak genç bazı sapıkların göz hapsine girdiğinde Osman olayı anlayarak gençleri koruma altına almış, on sekiz yaşındaki çocukları kaderine katmıştı. Sağ olsunlar Vedat ve Fehmi de onu ağabey olarak bilmişlerdi.

On dördünde girdiği çukurdan iyi halden yirmi beşinde çıkınca Osman, söz verdiği gibi ondan beş yıl sonra çıkacak kardeş dediği çocukların üzerinden bu sefer o elini çekmemiş, rahat olmaları için tüm gücünü seferber etmişti. Cezaları bitince de ağabeylerinin yanına giderek işlerin ucundan tutmuşlar, ne iş olduğuna bakmadan yaparken asla gocunmamışlardı. Ağabeyleri öl dese de düşünmez kafalarına sıkarlardı.

Mezar GülüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin