YENİ BAŞLANGIÇLAR

136 17 6
                                    


GÖKYÜZÜNDE SON PERDE


Hayat adil değildi. Belki de adil olması beklenemezdi. Zaten var olma amacımız da tam olarak bir sınav değil miydi? Elbette ki yarışacak, mücadele edecek ve kazanan olmayı umacaktık. Bu sınav koşullarında bazılarımız ayakta kalabilirken, bazılarımız tükenebiliyordu. Aynı toprağa ektiğimiz tohumların "aynı" olmaması gibi bazıları filizlenip açarken, bazıları çürüyüp yok olabiliyordu. Hayat denmişti işte adına. Doğacak, nefes alacak, yaşayacak ve ölecektik. Sadece şartlarımız farklı olacaktı bazılarıyla. Sonlarımız ise aynı. Belki de tek adil olunan noktaydı bu. Hepimizin yaşayacağı o kusursuz son. Kim bilir, belki de o bir son değil başlangıçtı.

Bazen hayattaki koşuşturmacamıza ara vermek ister beynimiz. Tüm dertleri ardında bırakıp kaçmak ister insan. Bazen bir mola gerekir o hiç susmayan iç sese. Getirdiği yorgunluk yetmiyor gibi bir de başımıza "daha çok sorgulama" derdi açar. Nasıl üstesinden geleceğini bilmediğimiz sorunlar ve sorularla muhatap kalırız. Bazen de hiçbir şey olmamışçasına ve yarınlar yokmuş gibi hayaller kurarız. Dert her zaman çözüm gerektirmez pek tabii. Var olmalıdır insan hayatında ki hep bir mücadelemiz ve amacımız olsun. Yıllandıkça güzelleşen şarap gibi derdiyle yaşadıkça güzelleşir insanoğlu da. Olgunlaşır, öğrenir, deneyimler ve sonuçlar elde eder. Kötü her zaman kötü değildir. Kötü olandan çıkardığımız ders bizi bir seviye ileri taşır. Bir "kötü" belki de birçok "iyi" kazanmayı sağlar. Tıpkı ağlamayı yaşamadan gülmenin tadını, üzülmeden mutluluğun değerini anlayamayacağımız gibi. Bir kez ağladıysak ondan sonraki gülüşlerimiz bir anda çok değer kazanır gözümüzde. Bir üzüntüden sonra gelen mutluluk, hâlihazırda elimizde olan mutluluktan çok daha kıymetli bir olguya döner bir anda. İşte kaçtığımız o dertlerimiz belki de daha kıymetli hale gelen bir "iyinin" habercisidir hayatımızda. Çünkü bir bebek dünyaya sancısız gelmez!

Her zaman yaptığı gibi koşarcasına hızlı adımlarla patikayı geçip, en sevdiği arazinin adeta büyülü gökyüzüne açılan penceresine yaklaşmıştı Gülin Hanım. Derin bir nefes daha aldı çok sevdiği gökyüzünden. Üzerindeki yırtık pırtık elbiseler, gözlerinin kızarıklığı, titreyen elleri, soluk benzi yeterince zor zamanlar geçirdiğinin birer göstergesiydi. Bir süredir bu saklı cennete gelip, uçurumun kıyısından hayatı izliyordu. Ormanın içinde gizli bir cennetti ona göre burası. İnsanlardan kaçabildiği, kalabalıklardan uzaklaşabildiği, insan sesi duymadığı gizli bir sığınak gibiydi bu uçurum kenarı Gülin Hanım'a. Çevresi ağaçlarla örtülü, kenarından uçsuz bucaksız bir vadi izlenebilen, envaiçeşit bitkinin ve canlının eviydi bu muhteşem doğa harikası yer. Rüzgârın ufuktan çarpan sesi, uçuşan yaprakların çaresizliği, bir o yana bir bu yana savrulan ağaç dalları sanki kendi hayatını anımsatıyordu ona. Çünkü karşı koyamıyorlardı rüzgâra. Her ne kadar direnmeye çalışsalar da bu mümkün olamıyor, oradan oraya dağılıyorlardı tıpkı kendi hayatında direnmeye çalıştığı fırtınalar gibi. Yine de seviyordu burayı. Ağaçların arasından yansıyan güneş aydınlatıyordu vadiyi olabildiğince. Göz kamaştırıyordu bulutların o eşsiz ahengi gökyüzünde. Ufukta birleşiyordu gökyüzü ve kara. Birbirine zıt iki nesnenin hep o anlatılan şüphesiz çekimine kanıt gibi adeta. Gülin Hanım, titreyen elleriyle çantasından çıkardığı tabancayı izledi bir süre. Bakışları artık donuklaşmış, yüz ifadesi "kararlı belirsizliğine" kavuşmuştu. Tabancasının namlusunu usulca şakağına dayadı ve son kez derin bir nefes daha aldı yaşayamadığına inandığı hayatından. Olduğu yere yığılmıştı. Kolları ve başı yana doğru düşerken avucunda sıkıca tuttuğu iki yaprağı koparılmış papatyası da kayıp gitmişti elinden.

GÖKYÜZÜNDE SON PERDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin