Aşk

231 11 6
                                    

  ~ Tuana Naz Tiryaki'den

Aşk nedir? Dokunmak mı? Konuşmak, hissetmek mi? Görmek, koklamak veya duymak mı?
Hayır. Aşk iki kişinin arasında olan görünmez bir bağdır, köprünün kırık uçlarını tamamlayan görünmez bi' halat.
Birbirini tamamlamaktır aşk, eksikleri ve fazlalıkları ile kabullenmektir onu.
Aşk için dokunman, görmen gerekmez.
İnanmaktır aşk, güvenmek ve sadık kalmak.
Her ne yaşanmışsa yaşansın umursamadan ona sadık kalmaya, ona güvenmeye ve güven verebilmeye denir Aşk.
Kendinden önce onu düşünebilmek, onun için herşeyi hiçe saymak aşktır.
Kendinden bile vaz geçebilmek.
Sonunun kötü bitmesinden korkmadan yaşayıp şimdi için çabalamaktır aşk.
Bir gülüşüyle içinde kelebekler uçması, her gözyaşıyla kalbinin sızlamasıdır aşk.
Onun acısını paylaşmak, içindeki yangına yoldaş olmaktır aşkın tanımı.
Dokunmayı bırak bakmaya kıyamamak, aynı zamanda harelerinde kaybolmaya aşk adı verilir.
Herkesin yaşayacağı o histir aşk.
Aşkı özetleyen en öz sözlerden biri ise şudur; "Aşk iki kişilik bir oyundur; kimisi öylesine oynar, kimisi ise ölesiye."
   ~•~ Tırakyalı Filozof ~•~

Bu sözler kafamda dolanırken okula gidiyordum. Okuduğum bir kitapta vardı. Altını çizmiş aynı zamanda fotoğrafını da çekmiştim. Peki ben ne düşünüyordum aşk hakkında? Galiba bütün hislerimi aktarmıştı yazan kişi. Sadece birkaç birşey ekleyebilirim ve söylenecek başka söz kalmaz. Peki ya ne eklerim?

Efe'mi. Onun gamzelerini, gülünce kısılan ela gözlerini, kıvırcık kumral saçlarını. Beni kendine bağlayan sesini, saçlarımı şefkatle okşarken titreyen ellerini, her ağladığımda gözlerimden öptüğü dudaklarını. Kısacası Efe'yi, Çağan'ı ve onun olan herşeyi.

O da böyle hissediyormudur? Beni gülerken gördüğünde heyecandan elleri titriyormudur benim gibi? Sanırım asla bilemeyeceğim, ama inanabilirim. Tüm benliğimle inanırım. Sevmeyen biri neden böyle davranır ki? Efe'min merhameti her ne olursa olsun ağır basar ki, benimle oynamaz. Ona güvenim sonsuzdan da öte. O benim için ayrı bir dünya ve öyle kalıcak. Ne olursa olsun.

Okula çoktan varmıştım. İlk ders boştu ve kızlar okula gelmemişti. Alisa gelmişti evet ama o Arda ile konuştuğu için beni görmemişti bile, aşk işte n'apıcan gözü kör ediyor. Ben de tiyatro salonuna indim çünkü yukarısı çok kalabalıktı. Çağan'dan haber yoktu muhtemelen uyuya kaldı ama olsun ders zaten boş.

Her zamanki gibi kulaklıklarımla şarkı dinleyip birşeyler karalamaya başladım. A3 defterim yanımda, yani büyük bir çizim yapacağım. Nazende sevgilim çalmaya başladığında şarkıyı döngüye aldım, nasıl birşey çizmek istediğim aklımda oluşmuştu bile.

Kağıdın sol üstüne ellerini birbirine kenetlemiş bir çift var. Genç adam tamamen simsiyah. Sadece kalbi var, bembeyaz parıldıyor. Genç kızın vücudu ise bembeyaz, hiç renk yok. Sadece kalbi ve aklı renklendirilmiş. Kalbinde bir göz çizili, ela rengi bir göz. Aklında ise yazılar var, genç adamın sözleri bunlar. Okunmuyor ama tahmin edilebiliyor.

Kağıdın ortasında bir kız çocuğu var, elinden sarkan peluş tavşanı ile birlikte önünde kalan patika ya bakıyor. Küçük kız simsiyah fakat kalbi renkli. İçi kırmızı olan kalbin dışı sanki solmuş gibi gri. Sanki sadece çekirdeğinde özü kalmış gibi.

Sağ alt köşede ise bir gurup genç var, hepsinin kolları sırtlarında. Yedi kişiler, dört kız üç erkek. İleriye  yürüyorlar sanki, yarına. Umut dolular. Birlikte ayakta duruyorlar.

Sol üste geri döndüm. Genç adamın kalbi bembeyazdı fakat biraz renklendirme gerekliydi. Tam kırmızıyı kağıda dokundurduğumda ensemde bir nefes hissettim. Bu Efe'ydi. Kokusu burnuma dolduğunda gözlerimi kapattım. Huzurun beni ele geçirmesine izin verecektim fakat Efe'nin daha farklı planları olacak ki tekrar ensemde nefesini hissettim. İçim bir hoş oldu ve ellerim karıncalanmaya başladı. Yapma diye mırıldandım ama sesim çoktan mayışmıştı. Gülme sesini duyduğumda ben de gülümsedim. Defteri ve kalemi yavaşça elimden alıp kenara koydu. Bense sadece onu izlemekle yetindim. Sanki kontrol artık bende değil gibiydi.
Yanıma oturdu ve beni kucağına aldı. Bacaklarım çocuk gibi beline sarılmıştı. Gözlerini gözlerimle birleştirdiğinde belimi tutup kendine yaklaştırdı. Baş parmağı belimi okşarken ben heyecandan ne yapmam gerektiğini bile kestiremiyordum. Bir anda kulağıma fısıldamaya başladığında iyice kendimden geçmiştim. Bu sırada arkadan  Seksendört - Aklımı geri ver çalıyordu, o açmıştı ama ben onun nefeslerinden şarkıya odaklanamıyordum.

" Tırakyalı Filozof ne dediyse haklıymış küçük hanım, ama aşkı betimlemek için birkaç birşey daha lazım"

Sakin ve fısıldayarak konuştuğu için adımı bile unutmuştum, pusulam şaşmıştı ve o bunu bilerek devam etti.

" Senin kömür gözlerin, her okşadığımda ellerimin titremesine sebep olan ipek saçların, sana her yaklaştığımda heyecandan depar atan kalbin olmadan aşk aşk olamaz. Ben güldüğümde kendini gamzelerimden öpmemek için zor tutuşun yoksa eksik kalır aşk."

Farketmiş miydi yani? Nasıl biliyordu o kitabı? Beni nasıl tamamladığını daha çözemesem de bana iyi geldiği belliydi.
Dudaklarını yanaklarıma sürtüp gözlerimizi tekrar birleştirdi.

" Heyecanlanınca kızaran yanaklarınızla öldürmek mi istiyorsunuz beni küçük hanım?"

Haklıydı, yanaklarımdan alevler çıkıyordu sanki. Tepki veremiyordum, sadece yüzüne bakabiliyordum çünkü dilim tutulmuştu.

Efe'nin gözleri dudaklarıma vardığında kalbim göğüs kafesimi delmek istiyormuşcasına atmaya başladı. Tiyatro salonunda ilk aşkıma ilk öpücüğümü mü vericektim yani?

Gözleri tekrar gözlerimi buldugunda belimden biraz daha kendine çekti. Sanki izin istercesine baktığında gözlerimi yavaşça kapatıp açtım. Yine de halimi anlamış olacak ki dudağımın kenarına dudaklarını bastırdı. Ellerimi saçlarına geçirdim ve okşamaya başladım, hayatımda ilk kez bu kadar huzurluydum. Dudaklarını çektiğinde yüzüne bakıp en sonunda lafa girebildim.

" Ben senin gibi ilan-ı aşk edemem belki, ama  çok severim Efe. Aklının hayalinin alamayacağı kadar çok severim seni. Herkesden, herşeyden çok, hatta kendimden bile fazla severim seni benim gamzeli prensim."

Gamzeli prensim lafını duyunca gamzelerini göstermeye başladı. Önce gamzelerinden sonra da gözlerinden öptüm. Bu sefer izin isteme sırası bendeydi. Fakat buna gerek kalmadan dudaklarımızı birleştirdi. Öpüyorduk birbirimizi, sadece dudaklarımız üst üste bekliyorduk, sanki huzurun bizi ele geçirmesini bekler gibi.

Ayrıldığımız da sımsıkı birbirimize satılmıştık. Bu yakınlık ona olan aşkımın daha da körüklenmesine yol açmıştı. Aynı zamanda onun da nasıl hissettiğini anlamıştım.

" Yanakların hala kırmızı gel bahçede yüzünü yıkayıp biraz hava alalım yoksa sen olgunlaşmış domatese döneceksin."
dediğinde gülüp beni kolunun altına aldı. Eşyaları topladığımız da sınıfa bırakıp dışarı çıktık.

Bir banka oturduğumuz da hemen bana sarıldığında bende onun kollarına sindim. Huzurum Efe'nin kollarıydı. O kollarda can vermek bile benim en büyük şansım olurdu...

~•♥•~

DüğümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin