''Evet, seni dinliyorum.''
Yoğun bir fizik dersinden sonra temiz hava iyi gelmişti.
Dağhan'la arka bahçedeki banka oturmuştuk. O ellerini, okul formasının üzerine giydiği siyah sweatshirt'ün ceplerine sokmuştu, ben ise pantolonumun cebinde bulduğum market fişini katlıyordum.
''Sence gardlarımız en değer verdiğimiz kişilere karşı mı zayıftır yoksa herkese karşı mı?'' diye sordu.
Muhtemelen bir çoğumuz buna en değer verdiğimiz kişiler derdik. Çünkü değer vermediğimiz insanları umursamazdık. Bazılarımız hariç.
Ama aslında gardımız herkese karşı zayıftı eğer o kişiye karşı bağışıklığımız yoksa.
Bir düşünün, biri size "Kötü gözüküyorsun.'' derse birkaç saniyeliğine de olsa öyle olduğunuzu düşünmez misiniz? Sadece birkaç saniyeliğine...
Belki umursamazsınız. Önem vermezsiniz. Ama içinizdeki o umutsuz taraf baskın geldiğinde o insanlara hak vermeye başlarsınız. Bir beceriksiz olduğunuzu, berbat göründüğünüzü, insanların size söylediği tüm iyi şeylerin yalan olduğunu düşünürsünüz.
Bilinçaltımız en büyük düşmanımızdı. Susması gerektiğinde susmaz, unutması gerektiğinde unutmazdı. Hatırlaması gerektiğinde hatırlamazdı. O, bize ihanet eden ilk varlıktı.
''Bu değişir ama bence herkese karşı zayıftır.'' dedim elimdeki fişin katlarını açarken.
''Neden peki?'' dedi sanki aksini söylememi ister gibi.
''Sen insanları umursamadığını sanırsın. Ama aslında bilinçaltın bunu saklar kötü günler için. Bana kalırsa insanların ne düşündüğünü önemsemeyen kimse yoktur. İllaki sorgularsın, düşünürsün. Ya da şöyle düşün: Birisi sana yakışıklı olduğunu söylerse mutlu olur musun?'' diye sordum.
''Evet, yani.'' dedi.
''Peki, biri sana çirkin olduğunu söylerse?''
Duraksadı.
''Muhtemelen umursamazdım. Ama...''
''Bir ihtimal daha var ama: Umursamazdın tamam, ama diyelim ki karşındaki güzel bir kız ya da yakışıklı bir çocuk? Onlar sana yakışıklı olduğunu söylediklerinde muhtemelen daha fazla mutlu olurdun. Ama sana göre güzel olmayan biri olsaydı, bu sefer ne olurdu?'' diye sordum.
Biraz kafası karışmıştı galiba.
Seni, en mutlu edecek çıkışlar her zaman zor yollardan geçerdi. Kader gayrete aşıktır diye boşuna dememişlerdi.
''Sanırım bu seferde onun beni kıskandığını ya da saçmaladığını düşünürdüm, öfkelenirdim.'' dedi ayaklarıyla toprağı eşelerken.
''Evet. Kafan karıştı biliyorum ama hepsi aynı kapıya çıkıyor. Gardımız herkese karşı zayıftır. Ama değer verdiğimiz insanlara karşı farklı bir zayıflığı vardır. Öte yandan insanları umursamadığımızı sanarız ama durum öyle değildir.'' dedim.
''Peki sence bu kötü bir şey mi?'' diye sordu.
''Hayır, değil. Bunu bütün insanların yaşadığını var sayarsak aslında o kadar da kötü değil. Senin zayıf olman, olumsuz bir şeyi göstermez aslında. Sadece bazı şeyleri daha yaşamamış olman demek. Ve bu da duruma göre iyi bir şey aslında.'' dedim.
Ama Dağhan'ın içinde onu rahatsız eden bir şey vardı.
''Ne oldu?'' diye sordum.
''Ne?'' dedi kaşları çatılırken.
''Sen neden bana durup dururken bu soruyu sordun? Bir şey oldu değil mi?'' dedim.
Sol bacağı titremeye başladı. Eli ensesine gitti. Parmaklarını açıp kapattı.
Eğer biraz olsun beden dili biliyorsanız hayat daha kolaydı sizin için.
''En yakın arkadaşlarımdan biriyle kavga ettim. Ve o bana dışarıdan iğrenç biri olarak göründüğümü ve tek vasfımın okulun yakışıklı, popüler ve sportif çocuğu olmam olduğunu söyledi. İnsanlar benim egolu, kibirli, sadece kendi çıkarlarını düşünen biri olarak görüyorlarmış. O öyle söyledi.'' dedi.
''Ve bu beni rahatsız... Hayır, bu beni üzdü. Sence öyle miyim?''
Bu üzerdi.
''Bence değilsin. Eğer egolu biri olsaydın bence gelip burada benimle derdini paylaşmazdın. Ya da beni dinlemezdin. Ki bence arkadaşın o anki sinirle söyledi tüm o şeyleri.''
Zil çalmıştı, minik bir kuğu yaptığım fişi ona uzatırken ayağa kalktım.
''Eğer insanlar öyle düşünüyorlarsalar bile onlara öyle olmadığını göstermeye ne dersin? Çünkü takma desemde bilinçaltımız bunu takacak.''
Gülümserken kuğuyu aldı.
''Deneyeceğim.''
===============''Bu Dağhan ne iş?'' dedi Nazlı göz kırparken.
Günlerden cumaydı. Onlara yatıya gitmiştim. Aslında daha tam olarak yerleşmemişlerdi ama Nazlı beynimin etini yediği için gelmiştim.
Şimdiyse önümüzdeki tabaklarda yüzlerce kalorilik abur cuburlar vardı.
''Arkadaşım Nazlı. Bazen dertleşiyoruz.'' dedim ağzıma favori karamelli çikolatayı atarken.
''Dertleşiyorsunuz? Ön yargıyla yaklaşmak istemiyorum ama çocuğun mükemmel bir hayatı varmış gibi gözüküyor.'' dedi.
''Sorun orada zaten. O mış eki her şeyi bozuyor. İnan bana para hiçbir şeyi çözmüyor sadece her şeyi daha da batırıyor sonrada sıvıyor.'' dedim.
Nazlı, ellerini birleştirdi.
''Orası öyle de şimdi yakışıklı çocuk. Uzun falan, dersleri de iyi. Çocuk Türkçe dışında 3 dil biliyormuş.'' dedi.
Ağzıma patates cipsinden atarken ''Ee?'' dedim.
''Ne güzel işte.''
''Kızım sizin acilen sevgili olmanız gereken konular var. Manyak derecede yakışıyorsunuz. Bak çocuk tam sevgili olmalık aslında. O sırf popomu göstereceğim diye iki büklüm olan kızlara yüz vermiyor. Ay şimdi düşününce siz çok güzel olursunuz.''
Aklına bir şey gelmiş gibi ellerini çırptı.
''Bak bak ne diyeceğim: Sen onunla sevgili ol, bana da onun kızıl kankasını ayarlarız. Bence mantıklı her iki taraf içinde kârlı bir iş olur.'' dedi gülerek.
''Kızım promosyonlu ürün mü seçiyorsun? Ayrıca tamam çocuk yakışıklı falan-''
Nazlı bir anda ayağa fırladı.
''Biliyordum, biliyordum!''
Ve dans etmeye başladı.
Aman Allah'ım işte başlıyoruz.
''Aşık aşık aşık.'' dedi parmaklarıyla beni gösterirken.
Elimle umutsuzlukla alnıma vurdum.
''Nazlı oturur musun şuraya?''
Sonra bir anda şarkı söylemeye başladı.
''Kaçırma gözlerini dinle, kalp sesini söyle, seviyorsan yürekli ol,''
Ona seslensemde beni duymuyordu.
En sonunda Nazlı'nın pijamasından tutup çektim. Ama hâlâ şarkı söylüyor bir yandanda dans ediyordu.
Şu kız kadar gamsız olsam yeter bana.
''İçine ata ata ne hâle düştün, tuta tuta çatlayacaksın be adam.''
==================
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eskiz Defteri (Düzenleniyor)
RomanceOkulun sessiz sakin kızı bir gün eskiz defterini düşürür ve defteri okulun popüler çocuğu bulur...