Bölüm 3

332 86 21
                                    

Kara şövalyenin ağzından...

Kan ve ter kokusu birbirine karışmıştı. Günlük antrenmanda olsak bile buradaki adamların pek çoğunda öldürme isteği vardı. Bu antrenmanları boşa yapmamak, emeklerinin meyvesini savaş meydanında almak istiyorlardı. Hırs bu koca adamların gözünü bürümüştü. Eğer dost olmasalar burada birbirlerini doğrayabilirlerdi.

Normal hayatta böyle olmadıkları için sevindim. Hepsi normal hayatta altın yürekli, evlatlarını ve eşlerini seven adamlardı. Etraflarına Sevgi yaydıkları gibi onları sevenler de vardı. Normalde hiçbir şey istemesen bile onları kıskanmadan edemedim.
Bir bir anlığına beni evde bekleyen bir eşim ve tatlı küçük çocuklarım olduğunu düşündüm. Sadece Bir hayalden ibaretti belki ama düşüncesi bile gülümsememe yetti.

İşin sonu belliydi. Yine çıkarcı bir soylu kızıyla evlenip tahta çıkacak ve belki de suyumun devam etmesi için zorla da olsa çocuklar yapacaktım. Sevgi gösteremeyecektim onlara çünkü bu onlar için bir zayıflık olurdu. Zamanı geldiğinde bana bile ülkesi için karşı çıkabilmeliydiler, gerekirse beni öldürmeyi bile göze almalıydılar.

Bu düşünceler sinirlerimi hoplattı. Karşımdaki bana saldırdığı sırada normalde savunma yapmam gerekirken, ben ona karşı atak yaptım. Bu hatam sadece kılıcımın yerle buluşmasını sağladı. Boynuma dayanan kılıca sinirle tekme attım. Ayağa kalktığımda benimle dalga geçen bir çift kırmızı gözle karşılaştım. Felix!

Ellerini bağlamış yine o aptal gülümsesiyle bana gözlerini dikmişti. Şeytan olduğunu neredeyse kanıtlamak ister gibi olan kırmızı gözlerini... Son zamanlarda ki dikkat dağınıklığım onun için bir eğlence kaynağıydı. Çünkü ben ne kadar düşersem o da o kadar çok yükselirdi. Bu yüzden benimle alakalı her eksi onun için bir mutluluk kaynağıydı.

Yaşlandığı duvardan bana doğru gelmeye başladı. Şeytanın dünyaya gönderdiği gölgesiydi. Ve bir şeytanın ülke yönetmesi ve ya buna aday olması bile, benim sorumluluk alma zorunluluğum anlamına geliyordu. Eğer kardeşim gerçek bir yiğit olsaydı ona tahtı vermekten yemin olsun ki bir an bile çekinmezdim. Bu sayede istediğim sakin ve huzurlu hayatı yaşayabilirdim.

Ama bu adam arzularımın katiliydi. Tahta geçmesi demek ülkedeki bir çok isyana ve kıtlığa en erken zamanda davetiye çıkması demekti. Ve ben ise daha doğar doğmaz verilen bu şans varken arkamda bana gittiğim için belki de beddualar edecek bir halk bırakamazdım.

"Canım abimin dikkatini dağıtan şey ne?" Gözlerimi sertçe gözlerine diktim. Çünkü konuşmayı bile istemeyecek kadar iğreniyordum ondan. Hatta görmek bile midemde bulantılara neden oluyordu.

Ellerini gülerek yukarı kaldırdı. "Afedersiniz majesteri, sizi sinirlendirmek ne haddime?" Sonra sırıtarak ellerini indirdi. "Yoksa canım abim..." dedikten sonra eğildi ve kulağıma fısıldadı. "Tahta çıkacak kişinin ben olduğumu mu hatırladı." Yumruklarımı sıktım. Çünkü bu aptala vurmam demek başımın nedensiz yere derde girmesi ve bu şeytanın istediğini elde etmesi demekti. Ve hayır, bir şeytanı mutlu etmek yerine isteklerimi mutsuz edebilirdim.

Cevap verme tenezzülünde bile bulunamadan kılıçların olduğu bölüme ilerledim. Antrenman için kullanılan kılıçlardan birini almıştım. Çünkü kendi kılıcımı çektiğim hiç kimse hayatta kalmamıştı. Kılıcımı büyük bir dikkatle silmeye başladım. Bu benim için bir nevi takıntıydı. Her kimi öldürürsem kılıcım o iğrenç kanla kuşanır ve kendimi bir canavar gibi hissetmeme neden olurdu. Ancak temizledikten sonra tekrar eski halini alması sanki asla günaha bulamamışım gibi mutlu ve huzurlu olmamı sağlardı.

Düşesin İntikamıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin