Dahi Ve Aşçı
Hava durumunu kontrol etmeden bizi kampa getiren hoca kimdi bilmiyorum ama ekipçe şanssız olduğumuz çok açık. Çünkü dün gece DEVASA örümceklerden kaçıp Felix ile Jeong In'in çadırına sığınmamız yetmezmiş gibi bir de bu sabah çadıra damlayıp şıp sesi çıkaran yağmur damlaları yüzünden erkenden uyanmak zorunda kalmıştık.
Hayır bu sesler de camlara damlayıp rahatlatan o sesten değildi. Eline kahve alıp yağmuru izleyesin gelmiyor, çadırı paramparça etmek istiyorsun!
Seslere daha fazla dayanamayıp gözlerimi zorlukla araladım, sanırım birkaç kişi de uyanmıştı ki onların sesleri de geliyordu dışarıdan. Kafamı kaldırdığımda beni sımsıkı sarmalayan Felix yüzünden geri çekilememiştim.
Yumruk yaptığım elimle gözlerimi ovalayıp kendime gelmek için gergindim. Felix'in yüzüne fazlasıyla yakındım ve bu mesafeden onu izlemek kadar güzel bir şey yoktu. Uyuduğu için şişen dudakları, uzun kirpikleri ve Disney prenslerini andıran sarı ipeksi saçları ile ünlü bir ressam tarafından çizilmiş bir resimden farksızdı.
Sesler çoğalınca o da uyanmıştı, birkaç saniye gözlerini açıp kapatarak kendine gelmek için beklemiş, ardından bana bakıp yavaşça gülümsemişti.
"Günaydın, ne zaman uyandın?"
"Çok olmadı. Hocalarınız uyanmış galiba, sesleri geliyor. Çıkıp bakalım mı?"
"Hm..." mırıldandığında sessizce güldüm, o kendine gelene kadar öğleyi bulurduk. Yavaşça kollarından çıktım ve çadırın fermuarını açıp dışarı baktım. Birkaç öğrenciyle beraber iki hoca düşünceli bir şekilde konuşuyorlardı.
"Böyle olmayacak, çadırlar sırılsıklam oldu; tüm gün de yağmur gösteriyor."
"Yapacak bir şey yok, dönmek zorundayız."
Öğrencilerden biri, "Hay şansımıza ya... Gökten para yağsa bize borç senedi düşer zaten."
Sana fazlasıyla katılıyorum dostum.
Felix, Jeong In ve Azul da uyanıp yanıma geldiler. Azul uykulu uykulu, "Ne oluyor ya?"
"Eve dönüyoruz." diye açıkladım, "Tüm gün yağmur yağacakmış."
Jeong In, "Hava durumuna bakmak yeni mi akıllarına gelmiş?" haklıydı.
"Azul, çadırdan eşyalarımızı almamız lazım."
"Alalım- ama... örümcekler?"
Felix ile Jeong In hızla öne atlayarak, "Siz şey yapmayın ya biz hallederiz, değil mi Felix?"
"Aynen aynen, eşyalarınızı biz toplarız siz burada kalın."
Ayakkabılarını yarı giyip bizim çadıra koştuklarında Azul'a döndüm, "Ne oluyor bunlara be?"
"Ne bileyim ya? Saçma sapan bir şey yaşıyoruz zaten! Bu mu yani? Yirmi üç saat için mi geldik biz Seoul'den buraya? Böyle kampın ağzına tüküreyim gerçekten..."
Az önceki çocuğun da dediği gibi; gökten para yağsa bize anca borç senedi düşer, onu da ölene kadar ödeyemeyiz zaten...
ฅ^•ﻌ•^ฅ
Üç gün önceki kamp fiyaskosunun ardından hava bizimle dalga geçer gibi bugün günlük güneşlik idi. Tesadüfe bakın ki ben de bu güzel havayı evde boş boş oturarak geçiriyorum.
Yarıyıl tatiline girmiştik. Ailem işte, Chanyeol de okuldaydı. “Üniversitede on beş tatil yok mu?” diye sorduğum için bana gerizekalı muamelesi yapan moron Chanyeol yüzünden kendimi beyinsiz hissetme aşamasını da atlatmış ve en iyi olduğum işi yapmaya karar vermiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GENIUS | Lee Felix
FanfictionBir dahi ile sevgili olduğumu fark etmeden iki ay geçirmiştim. Onu tanımadan önce uyumlu olduğumuzu sanardım, tanıdıktan sonra ise uyumun pek önemli olmadığını anladım; hissettirdiği sevgi yetiyordu ve bu asla basit anlamda değildi. 08.08.2023 ©adoy...