Babasıyla yaptığı konuşma üzerine ofisini terk etti, merdivenleri inerken attığı hızlı ve öfkeli adımlar evin içinde yankılanıyordu.
Demir kapıyı çarpıp çıktı. Malikaneden uzaklaşırken ağlayamıyordu bile. Gözyaşları kurumuş olmalıydı, diye geçirdi. Fakat kuruduğundan değildi, biraz sonra haberin şokuyla sıkışıp kalan öfkesi, acısı ve yolda olduğunu hissettiği o korkunç çaresizliğinin yaşları ansızın patlak verecekti...
Çarpıntısı vardı, yoldaki her şey üzerine geliyordu. İçindeki bu iğrenç hissi, babasına duyduğu şiddetli nefreti bir yere kusmalıydı. Bir şeylere zarar vermek için atıyordu adımlarını.
Yollara atıldı, belki de bir arabanın önüne atlamalıydı, o zaman her şey anında biterdi, değil mi?
Çektiği tüm acılara son verirdi. Evet... bu kulağa çok iyi bir fikir gibi geldi o an.
Ama yapamazdı. Ölmek istediği kadar ölümden korkuyordu, cesaret edemezdi.
Düşündü... ona bir şey olduğu surette ailesinin yüzündeki ifadeyi görmek için tüm servetini verirdi. Onlara canına kıyarak acı çektirmek istiyordu. Şeytan öylesine dürtüyordu yapması için...
Peki ya Nagi ne yapardı? Ne kadar üzülürdü? Kaç gün yas tutardı? Onun da yüzündeki ifadeyi görmek isterdi elbet, ancak bu ailesininki kadar zevk verir miydi emin olamadı.
Her ne olursa olsun...
Nagi'nin acı çekmesini istemezdi.
Hızlandırdı adımlarını giderek, bir süre sonra koşmaya başladı nereye gittiğini bilmezken.
Kaçıncı seferiydi bu kendini dışarılara atıp başıboş dolaşmasının? Kaçamıyordu ki hiçbir zaman. Bir kaç saatliğine dolansa ne olacaktı, ne değişecekti? Bu acımasız hayata köle olmuştu, demir parmaklıkların ardındaymış gibi hissediyordu. Sınırları olmayan bir hapisanenin içindeydi o. Şimdi dünyanın bir diğer ucuna gidecekti ama hala ailesinin onu koyduğu kafesinde esir yaşamaya devam edecekti.
Derin derin nefesler alıp veriyordu. İçinde patlamaya hazır bir bomba vardı adeta. Kalabalık ve canlı bir meydana giriş yaptığında durmak zorunda kaldı yoksa arabaların önüne atlama eylemini farkında olmadan yapacaktı.
İnsanlar üzerine üzerine yürüyor gibiydi, iki dev binanın arasında kalan karanlık, kuytu bir sokağa girdi.
Binaların duvarlarına savurdu tırnaklarını etine geçirerek sıktığı yumruklarını. Beyazlaşan eklem yerlerindeki deriler yarılana kadar yumrukladı duvarları.
Geçmiyordu. Siniri geçemiyordu. İçindeki his yok olacağı yerde zehir gibi tüm vücuduna yayılıyordu.
Kanlar parmaklarının arasından kayıp yerlere damlamaya başladığında durabildi. Sırtını yumrukladığı duvara yasladı, titreyerek, yavaşça yere kaydı. Dizlerini kafasına çekti.
"Lanet olsun.. ölmek istiyorum, öleyim bitsin. Kurtulayım herkesten."
Hıçkırmaya başladı.
Hıçkırıklarına damar damar kanlanmış gözlerinden sel gibi akan yaşlar eşlik etti. Öyle kuvvetli ağlıyordu ki hayatın karmaşasına karışmış, kendi türlü dertlerinin peşindeki, kaldırımlardan hızla geçip giden insanların bir kaçı durup sokağın ağzından ona biraz bakıp endişeyle yoluna devam ediyordu.
"Bunu ben istemedim. Bu hayatı ben seçmedim... haksızlık. İstemiyorum.. yalnızca ölmek istiyorum."
Tuzlu yaşlar yüzünü sırılsıklam etmişti, akan burnunu çekti. Islaklıkları elleriyle silmek istedi ancak bu sefer yüzünü ellerinden akan kana bulamıştı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐒𝐭𝐨𝐥𝐞𝐧 𝐓𝐫𝐞𝐚𝐬𝐮𝐫𝐞 | 𝐍𝐚𝐠𝐢𝐫𝐞𝐨
Fanfictie"Bana göre ben senindim, ama sen benim değildin. Çünkü sen Reo Mikage'sin, ben ise senin hazinen. Senin için parlamak istediğim sürece kiminle olmamın ne önemi vardı?"