Düşüncelerin beynime sızmasına izin vermemeliydim.
İlaç parası.
Düşünme, düşünmeyi kes, düşünme, düşünmeyi kes.. Ne yapacaktım? Nereye gidecektim? Kim bana yardım ederdi ki?
Halam.
Saate baktığımda 18:09 olduğunu gördüm. Halam'ın çalıştığı yere gidebilirdim. Çukurambar'a doğru yola koyuldum. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Nasıl devam edecektim? Dengeyi tekrar sağlamam imkansızdı. Halam bana iş bulabilir miydi? Neden bu olayları düşünmeden duramıyordum?
Başımı kaldırıp yağan yağmura baktım. Gökyüzünden aşağı doğru inen yağmur damlalarına baktım. Eğer hepsi öleceklerini bilseler yağmaya devam ederler miydi? Bizde öleceğimizi bildiğimiz halde yaşamaya devam etmiyor muyduk?
Belki de yağmur damlalarının ölmesinin iyi bir nedeni vardır. Hayat veriyorlar öldükleri yerlere. Peki biz? Hayat değil ölüm getiriyoruz gittiğimiz yerlere. Biz insanlar dünyanın en vahşi yaratıklarıyız aslında. En büyük zararı biz veriyoruz. Doğaya, hayvanlara, dünyaya, eşyalara ve buna benzer niceleri yetmezmiş diye kendimize de zarar veriyoruz.
Amaç gütmeden, sonucun nereye varacağını bilmeden bir sürü işe kalkışıyoruz. Hayır, sınava çalışıp ve sonucundan iyi not almak gibi kolay meselelerden bahsetmiyorum. Burada bizim yaptığımız olayların diğer insanlar tarafından nelere yol açtığını söylüyorum. Bunlar kolay şeyler değil. Yoruluyorum.
Üzgün hissediyorum. İşten çıkarıldığım için yada annem hasta olduğu için yada babam alkolik olduğu için değil. O zamanki hissettiğim duygular üzgün olmak terimiyle boy ölçüşemez. Üzgünlüğü hep hissetmek beni yoruyor. Bu üzgünlük suratımı asıyor ve dışarıdan ön yargılı insanlar sayesinde dışlanıyorum. Bu benim elimde değil. Sanki gülmeye, konuşmaya, birileriyle arkadaş olmaya hakkım yokmuş gibi hissediyorum. Her gün bataklığa batıyorum. Bu bataklık öyle üzgün ki onun üzüntüsüne kapılmadan duramıyorum. Çok üzgünüm, kaybetme duygusu gibi değil bu üzgünlük. Çok üzgünüm, kırılganlık gibi değil bu üzgünlük. Çok üzgünüm, pişmanlık duygusu gibi değil bu üzgünlük. Hak etmemek gibi. Benim hakkım benim sözüm yokmuş gibi. Yaşadığım her şey aslında yaşamam gerekliymiş gibi hissediyorum. Kelimelere ancak bu kadar dökebiliyorum. Kimsenin anlamadığı bir yerde kaybolmuşum sanki. Bir kişi bile anlasa da aslında fark edilmeyecek bir toz bulutu'yum. Küçük bir çocuğun ayağını yere sürtmesiyle oluşan ve saniyeler sonrasında kaybolan bir toz bulutu.
Sonunda apartmanları gördüğümde Çukurambar'a geldiğimi anladım. Halam bu apartmanda yaşayan bir ailenin yanında kalıyordu. Aile 4 kişiydi. Anne ve baba çalıştıkları için eve geç geliyorlardı. Kızları da zaten tipik zengin genç kızların'dandı. Ama iyi biriydi. Giymediği kıyafetlerini bana verir ve kullandığı makyaj malzemelerininde eski olanlarını ben kullanırdım. Birde yaşlı bir dede vardı. Halam o dedeye baktığı için burada kalıyordu. Hem bakıcılık yapıyor hem de ev işlerini düzenliyordu. Daire kapısının önüne geldiğimde zili çaldım. Halam kapıyı açtığında neden burada olduğumu anlamak istermiş gibi kaşlarını çattı.
"Alara, burada ne yapıyorsun? Senin iş yerinde olman gerekmiyor muydu?"
"İşten çıkarıldım." diyerek ayakkabılarımı çıkardım ve halamı iterek içeri girdim. Dedenin kaldığı odanın kapısını yavaşça açtım. Uyuduğunu gördüğümde sesli bir nefes verdim. Beni pek sevmezdi, şimdi de beni burada görürse kovma ihtimali vardı. Mutfağa doğru yürüdüm ve mutfak masasının altındaki sandalyeyi çekerek çantamı yere attım ve arkama yaslanarak yayık bir şekilde oturdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bağlantı
Roman pour AdolescentsKaybolduğunda nereye gidersin? Peki ya beyninde, ya orada kayıpsan? Her şey senin aklında başlar, her şey senin elinde. Ama beynin bunu anlamayacak kadar yorgunsa? Mantığa ulaşamıyorsan ve sadece aptal bir ilaç bunu etkiliyorsa? Ne yaparsın? İlacı b...