"Geçmiş aslında geçmemiş efendim
Hep bir köşede yerinden çıkmak için geceyi beklermiş"Oğuz Atay
KALK, KALK ,KALK. SABAH OLDU!
"Noluyo lan şafak operasyonunda mıyız!?"
Odamın kapısı bir anda açıldı. "Kalktın mı?" Diye bir çıkış yaptı Anneannem. Bilmem kalktım mı?
"Başak hadi oyalanmaya vakit yok hızlı ol, uçağı kaçıracaksın. Çabuk ol!""Niye kaçırayım uçağı yaa, korsan mıyım ben!" Henüz açılmakta olan windows gibi çalışıyordu beynim. Ağzımın içinde konuşmuştum. Odadan çıkan anneannem duymamıştı bile beni. Göz kapaklarım kuvvetli bir güçle aşağı doğru çekiliyordu. Ağzım yarı açık şekildeydi. Yatma şeklimden bahsetmeyi hiç istemiyorum. Sıcak taş bulmuş iguana gibi yapışmıştım çünkü yatağa. İçeriden bir ses yükseldi. "Pişi yaptım, dayın bitirince ağlama."
İşte ölüm uykusuna dalsam beni uyandırabilecek tek sözdu bu. Yatakta oturur pozisyona geçtim. Buraya nasıl geldiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Gerçi dün nasıl uyuduğumuda tam olarak hatırlamıyordum."Tamam tamaaaam. Durun geliyorum. Dayı insaflı ol biraz."
Hemen yataktan fırlayıp yüzümü yıkamaya gittim. Aynada karşılaştığım halim pek iç açıcı değildi. Tipim fena kaymış, saçlarıma elektrik çarpmış gibiydi. Yüzüme bir su çarpıp salona geçtim.
"Naber gençler!" Masadan bir salatalık alıp ağzıma attım." Offf ben bu kadına boşuna Nuray sultan demiyorum ya!" Anneannemin yanağından bir makas aldım ve karşımda duran Halil İbrahim sofrasına bir bakış attım. Bir daha böylesini bulabilecek olmam muammaydı. Hatta imkansız. Zira birkaç saat sonra Hakkari'ye uçacaktım ve 7/25 noddle ile beslenmem benim için kaçınılmaz bir gerçekti.
"Hadi hadi çabuk ye de geç kalmayalım." Dedi anneannem. Ağzımı komando erzak paketi misali doldururken"Sen rahat oool!" Bakışı attım. Yemeye devam ederken, ilk defa bu kadar sessiz bir kahvaltı yaptığımızı farkettim.
Bir müddet için bu evdeki son kahvaltımdı. Gitmek zorunda olmak beni üzüyordu ama anneannem ve büyükbabam için daha çok üzülüyordum. Evlatlarını kaybetmişlerdi ama benim yüzümden acılarını bile yaşayamamışlardı. Yanımda hiç ağlamamışlardı mesela. Babam gittikten 1 hafta sonra hastalanıpta havale geçirdiğim zamanda, onları her gördüğümde gözleri kızarıktı.
Kızlarının emanetine sahip çıkamamaya korkmuşlardı, bana bir şey olacak diye korkmuşlardı. Sonradan dinlemiştim anneannemden o zamanları. "Sen olmasaydın eğer kesinlikle delirirdim, sen benim doktorumsun." Demişti. Düşününce fark etmiştim. Ben bugün bu evden çıktıktan sonra anneannem ve büyükbabam acılarıyla başbaşa kalacaktı. Yaşayamamışlardı acılarını. Her daim kanamıştı yaraları ama hep gizlemişlerdi. Şimdi ise bunu gizlemek zorunda olacakları kimse olmayacaktı. Yani ben olmayacaktım.
Dayım ise her şeyi içinde yaşardı. Kahkahalarla kapatırdı acısını. En derin yaralarına ufacık yara bantları yapıştırırdı. Annemin ölümünden sonra da farketmiştim bunu ama en çok sevdiği kız, onu kardeşim dediği arkadaşıyla aldatınca anlamıştım. Kendini tamamen arsızlığa vurmuştu. Ben acı çekmiyorum sinyalleri vermek için önüne gelen herkesle sevgili olmuş, koskoca hastahaneyi aşk-ı memnuya çevirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Süngü
RomanceDibine kadar yaşanılan acıların yaraları, kabuk tutardı. İzi kalırdı belki ama kabuk tutardı. Yoksayılan yaralarsa her an kanardı...