"Gece, neredesin sen Allah aşına?"
Sitemli ve yüksek çıkan ses karşısında bir an afalladım. Hemen kendimi toparlayıp konuştum.
"Aradığınızı görmedim. Sizin de, babanızın da. Kusura bakmayın. "
"Sabahtan beri ikimiz de ulaşamadık sana. Neredeydin? Hiç mi bakmadın telefonuna?"
Hesap mı soruluyordu şu an bana?
"Gün içinde çok da boş olduğum söylenemez, Atlas Bey. Hem siz neden aramıştınız ısrarla? Bir diyeceğiniz mi var."
Çıkışmam karşısında Atlas'ın da afalladığını hissettim. Ama geri vites yapamazdım. Sonuna kadar kuyruğu dik tutmalıydım ki bana şu an nerede olduğum sorulmasın.
"Hayır. Biz sadece seni merak et-"
Cümlenin devamını dinlemeden hızlıca konuştum ve telefonu kapattım.
"Peki. Madem bana söyleyecek önemli bir mesele yok, iyi geceler Atlas Bey."
Telefonu kapatırken Atlas'ın hala bir şeyler dediğini duyabiliyordum ama aldırmadım. Bu gecelik verdiğim yaşam belirtisi onları bir süre idare ederdi. Yaşam... Buna da yaşam denirse tabii!
Resmen evimden kovulmuştum. Artık bir evim yoktu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kalacak bir yer bulmalıydım ama nasıl bulacağımı da bilmiyordum. Şu anda sokakta bulunan ve genelde elişi yapıp satanların kullandıkları tahtadan bir standın içine girmiş bulunmaktaydım. Umarım kendimi dışarıdan görünmeyecek şekilde saklamışımdır. Yanımdaki çantanın içinden iki kazak çıkarmış ve onları da üst üste giymiştim. Direkt yere oturmamak için çantamı altıma koymuş ve günün ağarmasını bekliyordum.
Bu gece uyuyamazdım. Tetikte beklemek en iyisiydi. İşin kötüsü dün gece de uyuyamamıştım ve iki gün üst üste binen uykusuzluk bir zaman sonra baş dönmesine yol açacaktı biliyordum. Tek çarem ise şu anda dua etmekten öteye gitmiyordu.
Telefonum tekrar titremeye başladı. Bu sefer arayan Harun Bey'di. Hayır açmayacaktım. Harun Bey ve Atlas beni zaten acınacak biri gibi görüyordu. Onların gözünde daha da ezik konuma düşmek istemiyordum. Hoş! Daha ne kadar düşebilirsem.
Onlara karşı sakin davranmam sanırım yanlış anlaşılmıştı. Harun Bey kendini cidden babam konumuna koymaya hazırmış gibi davranışlar sergiliyordu. Benim nezdimde bu durum komik olmaktan ileriye gitmiyordu tabii. Ama sürekli onu geri püskürtmeye uğraşarak da kendimi yormak istemiyordum. Bu yüzden her gün aramalarına bir dakikadan az da olsa cevap verip başımdan savıyordum. Onun benim babam olmasına olanak bile vermiyordu aklım da kalbim de. Zaten bir babam olsaydı şu anda burada oturmuş, soğuktan titrerken gelip geçen alkoliklerden saklanıyor olmazdım.
Atlas ise... Bilmiyordum. Atlas daha çok bir arkadaş havası verdiği için bazen ilgisi ve davranışları hoşuma gidiyordu. Ama ne zaman ki 'abi' konusuna değinse gerçek dünyaya düşüyor ve anında gardımı takınıyordum. Ne benim bir abim vardı ne de onun benim gibi bir kardeşi. Ayrıca nasıl olmuştu da bir anda kabullenmişti beni, aklım almıyordu? Kardeşi yok muydu acaba? Ama olduğunu biliyordum. Kız mı erkek mi bilmiyordum ama kardeşi olduğunu biliyordum. Belki de yanlış bir izlenime kapılmıştım. Emin olamıyordum. Atlas konusu bende baya bir karışıktı.
Telefonum tekrardan titredi. Harun Bey mesaj atmıştı.
"Evde değilsin. Neredesin?"
Kalbim anlık panik ile tekledi. Niye gecenin bir vakti durup da evime gitmişti ki? Bu adamın ilgilenmesi gereken bir ailesi falan yok muydu? Karısı? Çocukları? Bir şey yazmalı mıydım? Ne yazsam geçiştirebilirdim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR BAŞIMA: Bir Aile Meselesi
Fiction généraleİstenmeyen çocuktu Gece. Ne anne bilirdi ne de baba. Ne de bir kardeş. Kendini bildi bileli tek başına olan bu kız hayatına aniden giren babası ile aile sıcaklığını tadacak mıydı? Peki ya kardeşleri? Kabul edecek miydiler genç kızı?