***
Çatıyı döven yağmur tahtalar arasında bulduğu her bir boşluktan kulübenin içine sızıyordu. Durwa, yattığı yerden ahşap zeminde oluşmaya başlayan birikintiyi izlerken bacağında hissettiği ağrıyla homurdandı.
Baygınlığa yakın uykularının arasında, kulübenin daracık alanında dolanırken, bir şeyler pişirirken ya da piposunu tüttürürken gördüğü kadın bu kez ortalıkta yoktu. Kendi yoluna gittiğine dair emareleri bulmakta çok zorlanmadı; her zaman duvara dayadığı sırt çantasının yeri boştu, her daim canlı olan ocaktaki ateş sönmeye yüz tutmuştu.
Masanın üzerine bırakılmış kesenin neyi sakladığını daha eline almadan tahmin edebiliyordu; Göynük tütününden ufak bir tutam. Ardından başucundaki duvara dayalı bastonu fark etti. Eline alıp incelediğinde yeni yontulmuş odunun üzerine yakılarak kabaca bir kuş çizilmişti. Kadının onun başında beklerken pipo içmekten başka şeylerle de meşgul olduğunu hayal meyal hatırladı.
Ayrılmadan önce veda etmeyi sevmediği, ancak minnettarlığını ifade etme konusunda maharetli olduğunu kabul etmek zorunda kalan Durwa kendini sırt üstü tekrar yatağa bıraktı. Hasta bakıcılığı görevini Nine’ye devreden kadının ismini dahi sormayı akıl edememişti.
İsimler… Ne kıymetleri vardı ki? Sahiplerinin yüzlerini çağrıştırmadıktan sonra Burla, Gema, Iraz, Kaman, Uli ya da Berweuli olmanın hiçbir anlamı yoktu.
***
Ngola Lu hapishanesinin en pervasız mahkûmlarının bile yüzünü kızartacak küfürleri sıralayan adamın suratına karşı kahkahayı basan Durwa, abandığı bastonuna rağmen ayakta durmakta zorlanıyordu. Yaşlı adamın zayıf yüzünde iri duran bıyıkları elmacık kemiklerine dayanmıştı. Uzun gri saçlarını ensesinde gelişigüzel bağlamış olmalıydı ki en ufak sarsıntıyla bile tutam tutam özgürlüklerini ilan ediyorlardı.
Göveri Hanı’nın geniş salonunun girişine yakın, duvara sırtını dayayarak dikilen Natina, en son on gün önce gördüğü Durwa’yı aralarına almış olan üç adamı, yüzündeki sakin ifadeye rağmen tiksintiyle izliyordu.
“Bir kupaya daha hayır demezsin di mi ihtiyar?”
Ona bırakılan daracık alanda bile yalpalayacak boşluk bulabilen Durwa uzun bir geğirmenin ardından başını iki yana salladı.
“Hadi ama ayyaşların gardiyanı, bu kez beleş.”
Durwa “Sefi Efendi!” diye arkaya, bar tezgâhının ardından onları hoşnutsuzlukla izleyen hancıya seslendi. Bu esnada sesiyle birlikte geriye doğru sendelerken dizlerinin arkasında hissettiği sandalyeye minnetle kaba etlerini emanet etti. Ancak ne talihsizliktir ki güvendiği dayanağı hızla altından çekildi.
Natina bu duruma daha fazla seyirci kalamayarak sırtını hızla duvardan uzaklaştırdı ve ileriye doğru birkaç adım attı. Niyeti ihtiyarı bu serserilerin alaylarından kurtarıp uzaklaştırmaktı. Ancak masa ve sandalye bacaklarının arasından gözüne ilişen bir hareket Durwa’nın göründüğü kadar sefil olmadığını kadına fark ettirdi. Tekrar gölgeler arasındaki eski yerine dönüp izlemeye koyulurken piposunu kesesinden çıkardı.
Genç kadının tahmin ettiği gibi bu kez yere düşen kişi yaşlı adam değildi. Ayağa kalkmaya çalışırken Durwa elindeki bastonu az önce ona küfreden adamın dizlerinin arkasına geçirmiş ve dengesini kaybeden iri beden ne olduğunu anlayamadan onun yanı başına devrilmişti.
Durwa “Kusura kalmayın,” dedi peltekçe. Yanındaki sandalyeye, ayağa kalkmak için abanırken elinden bir türlü bırakamadığı ancak nereye koyacağını da bilemediği bastonu yanında oturan ikinci adamın kafasına denk geldiğinde "Hay aksi!" diye inledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIZIL (Berweuli II. Kitap)
FantasiaBerweuli serisinin 2. Kitabı "Kızıl" ı okumaktasınız.