6. BÖLÜM: Yalanlar Korkakların İşi;
"Her yalan sana bir şeyler kaybettirir, İzmirli. Bazen birinin hayatı bazen ise birinin güveni..."
Zor olan hangisidir? Gülmeye, konuşmaya hatta mutlu olmaya izninizin olmadığı bir yerde yaşamaya çalışmak mı? Yoksa tüm bunları yapmakta özgür olduğunuz bir yerde hiçbirini yapamamak mı? Bana sorulsa kesinlikle ikincisini söylerdim. Çünkü birincisinde sorumluluk; size bu yasakları koyanlara yüklenirken, ikincisinde size yaşatılan ne olursa olsun gülememek sizin suçunuzdu. Babam bana her zaman, "Ne olursa olsun, gülmeyi bilmeli insan," derdi etrafında dönen zulmü, acımasızca görmezden gelerek. "Ölürken bile gülümsemeli, ki gideceği yerde tebessümü gururla ve hayranlıkla karşılansın." Göz yaşlarımı uzaktan seyredip, gülümseyerek bana gülme eylemini hatırlatmaya çalışırdı ve sonuç her zaman bir hayal kırıklığı olurdu. Zira ben her defasında asık bir suratla acıyan yerlerimi tutar, tebessümüne göz yaşlarımla karşılık verirdim. Bana gülmeyi öğretmeden, gülmememden rahatsızlık duymuşlardı.
Anlattıklarımdan yola çıkarak annemi kötü polis, babamı ise iyi polis olarak tanımlayabilirsiniz. Ancak babam her zaman sakin ve güler yüzlü bir insan değildi. Karanlıkta yaşıyordu o da, benden esirgedikleri gün yüzünden bihaber bir şekilde...
Annem kadar acımasız olmayabilirdi ancak, annemin neden ondan nefret edercesine baktığını o küçük yaşımda bile akıl edip sorduğumda; babamın nadiren gösterdiği, zifiri karanlığı barındıran ruhuyla karşı karşıya gelirdim. O zamanların tek iyi yanı; annemin bana acıyarak, zahmet edip de göz yaşlarımı silmesiydi. Şimdilerde aklıma geldikçe nefretimi körükleyen şey ise; O göz yaşlarımı sildikçe yüreğime su serpilir ve ben bunun umuduyla defalarca babamın gazabında feda ederdim ruhumu. Fakat bu, o kadar uzun sürmedi. Zira benden çok çabuk sıkılan annem, bunu farketmiş ve planım artık işe yaramamaya başlamıştı. "Azıcık ilgi için kendini bu kadar zavallıca bir durumun içine sokma." Onun dudaklarının arasından firar eden bu kelimeler; o yaşta benim için bir anlam ifade etmemiş olsa da, büyüdükçe idrak ettiğim her bir kelimesi, ayrı ayrı bir hançer misali sırtıma saplanmıştı. Şimdilerde hatırladıkça gururumu zedeliyor, ağırlığımı Gölge'ye daha çok yaslamamı sağlıyordu.
Gözlerimin önüne gelen puslu anılar şiddetini artırıp yanağımda patlayan tokatlara dönüşünce; uyumam için bana verilen sürenin sonuna geldiğimi anlayıp, açılmakta güçlük çeken gözlerimi açmaya zorladım. Dış dünyayla olam bağlantım bilincim bağlamında netleşince gördüğüm, daha doğrusu görüp de algılayabildiğim ilk şey beyaz bir tavan oldu. Sonra yumuşak bir yerde yattığımı hissettim ve ilk hareketim başımı, en az yattığım yatak kadar yumuşak olan yastıktan kaldırıp üzerime bakmak oldu. Vücudumun fazlasıyla açık mavi renginde bir pikeyle örtülü olduğunu gördüm. Bunlara rağmen hastanede olduğumu algılayamayacak kadar bulanık bir zihne -baygınlık sebebiyle- sahip olduğum için, etrafa bakma gereği duydum. Tam o sırada yanı başımda oturan onu görüp oturur pozisyona geçtim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UĞULTULU ZİHİNLER +18
Mystery / Thriller⚠️Yetişkin İçerik "Onu benim öldürdüğümü mü düşünüyorsunuz?" diye sordum, normalde yapmadığım şekilde aramıza mesafe koyarak. Sıradan bir günde ona 'sen' diye hitap etmemi isterken, sorgu sırasında bu sorun çıkarıyordu. "Dokuzuncu cinayet," dedi iç...