keyifli okumalar. <3
•••
akreple yelkovanın birbirinden kaçışı, asla kavuşamamaları ve sızlanır gibi çıkardıkları tik tak sesleri; koca evde duyulan sayılı seslerden biriydi.
jungkook göğsünde sessizce yatan taehyung'un saçlarını usulca işaret parmağına dolayıp, hayali bukleler yaratırken tavanı izliyordu. konuşmuyordu, dudaklarından tek kelime dökülmemişti terapiden döndüklerinden beri. salonlarındaki çift kişilik koltukta uzanıyorlardı öylece.
göğsünün üstündeki ağırlık, fiziken kaldırabilir bir şeydi ancak konu manevi hislere geldiğinde jungkook pek güçlü bir adam değildi.
taehyung'a nasıl aşık olduğunu düşündü. sırasıyla ilk gördüğünde neler hissettiğini, ona tutulduğu zamanı, aylardır devam eden ilişkilerinin hangi evrelerden geçtiğini kafasında canlandırdı.
bir pazar sabahı kahvaltı için eve yetişmeye çalıştığı gün, ilk kez görmüştü onu. taehyung buz gibi soğuğa rağmen elleriyle çiçeklerini seviyor, onlarla tatlı tatlı konuşuyordu. parmak uçları rengarenk laleleri okşarken yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. jungkook o görüntüyü hafızası silinse ve dünyadaki her şeyi unutsa -kendi yüzünü bile- unutamazdı.
tek saliselik bir andı.
kalbi gümbür gümbür atmaya başladığında, yalnızca evinin yolunda olduğunu düşünüyordu fakat değildi. yolu tam o saniye kayıplara karışmıştı. jungkook patikaya sapmıştı. taehyung'u seçmişti bile yüreği. artık kendi seçimleri ve mantığı tek bir adam uğruna şekillenecekti. o gün bunu tam anlamıyla anlamamış olsa da, zamanla kavraması pek uzun sürmemişti.
o gün üzerine hiçbir şey almadan ekmek almaya diye çıktığı sabah, taehyung'u izlemeye dalıp dakikalarca sokağın köşesinde onu izledi. ertesi gün yataklara düşmesine ve neredeyse bir ay boyunca düzelmemesine sebep olsa da asla pişman olmadı. kalbi zehirine bulanmıştı bile. onu tekrar görene dek hep aynı görüntüyü kafasında diri tutmaktan bir an olsun geri durmadı jungkook.
bu olgun adamı tanımalıyım diye düşünüyordu. onunla tanışmalı ve konuşmalıyım.
kovalamacası da tam bu düşüncelerin esiri olmasından sonra başlamıştı zaten.
taehyung'u okul çıkışlarında önce kitapçısında, kendi evinden iki sokak ötede olan evinin önünde, en sonunda da kilisede izler olmuştu. takipçi gibi değildi, daha çok yaşam alanını onun alanıyla birleştirmiş sayılırdı.
kitapçıda kendine kitaplar alır, evinin önünde yürüyüşünü yapar, kilisede ise duasını ederdi.
tanrıya en büyük günahını kendisine bağışlaması için dua ederdi.
ne olur tanrım, bir kez olsun o gülümsemenin sebebi ben olayım diye yalvarırdı. biliyorum, o çok özel biri. nefesimi kesiyor, her haline tutulmak üzereyim. bu aşk gittikçe büyüyor içimde, bana bir yol göster. varsan eğer, bana onu ver.
jungkook inançlı biri değildi. belki de bu sebeptendir ki taehyung'a olan aşkı modern bir tanrı anlayışına evrildi. zaafı onu kendi elleriyle çok kez boğdu, kıydı. ancak vazgeçmek ne bilmedi.
onu sevdi, istedi. aşk böyle bir şey mi diye düşündü sürekli. dizilerde ve filmlerde neden böyle değildi? her iki taraf da eşit seviyor, hep mutlu oluyordu.
jungkook neden bunu yaşayamıyordu?
taehyung'la konuştukları kısa sohbetler vardı aralarında mesaj atmaya başlamadan önceki zaman diliminde. jungkook ona karşı yetersiz kalmaktan çok korkuyordu çünkü taehyung pek olgun fikirli ve davranışlı biriydi onun gözünde. kendisiyle rastgele birine denk gelmiş gibi konuşurken bile özenli bir dil ve üsluba sahipti. beyefendiydi, kibar ve nazikti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bu çok yanlış, bay jeon.
Fanfiction[tamamlandı.] jeon jungkook sevmeyi ve yaşamayı kim taehyung uğruna öğrenmişti. @wwtgww.