3

50 11 37
                                    

Yine bir seçim yapmam gerekiyordu. Ya birazdan kalkmak üzere olan uçağıma yetişecektim, ya da beni kazıklamaya çalışan şu velete. Hemen karar versem iyi olcaktı ama, sanırım düşünmek şu an biraz formalitede kalıyordu.

Garajın kapısına doğru arabanın arkasından koştum.  Havalimanının kapısında sıra olmuş taksilerden bir tanesini durdurdum ve öndeki aracı takip etmesini söyledim. Gerizekalı arabayı yanlatarak sürüyordu bir de. Ehliyeti var mıydı bunun? Taksinin camını açıp önce başımı, çıkardım; sonra gövdemi karnıma kadar. Arabaya doğru bağırmaya başladım.

"Dur!"
"Dursana be! Aptal!"

"Abla ne yapıyorsun?" Diyen taksi şoförüne aldırmadım.

"Abi düdüğe bas sen."
Nihayet bizi fark edince güneş gözlüklerini indirip bana baktı ve arabayı sağa çekti. Babamın güneş gözlüğü değil miydi o? Şu an Paris uçağımı kaçırmamdan, arabayı kaptırmamdan, sahtekarın biri ile uğraşıyor olmamdan ve elimdeki sahte paralardan daha çok germişti o gözlük beni.

Pencereden çıkardığım gövdemi geri içeri koyup taksinin kapağını açtım ve aşağı indim. O da inmişti.

"Ne oldu prenses?" Dedi ellerini iki yana açarak.

"Allahın manyağı, ver çabuk anahtarımı." Üstüne doğru yürüdüğümde ellerini havaya kaldırarak "Bir anlaşma sonucu takas yaptığımızı düşünüyordum." Dedi. "Ben senin rızanın dışında hiç bir şey yapmadım."

"Gerçek paraları kast etmiştim!" Diyip arabanın kapısını açıp bindim. Engel olmaması garipti tabii, ama çok kritik bir zamanlama ile karşıma çıktığı için ondan biraz hoşlanmamak elde değildi ve duygusal olarak onun aslında gerçekten takas yaptığını düşündüm. Buna arabadan kaarının ne olduğunu anlayamam da giriyordu tabii ve şu an ufak bir şaka yaptığını, paraların sahte olmadığını ve kendisini paris uçağına tercih etmeme çok şaşırdığını söyleyip durması da manipülatif bir etki sunmuştu. Arabayı çalıştırdığım sırada cebimden gelen titreşimle annemin aradığını anladım. Onların ritmi normal insanlarınkinden farklı titriyordu.*

Gözümün önündeki saçı çekip gaza bastım. Taksicinin el kol hareketlerini gördüm. "Şu pislik ödesin." Diye düşünüp gözümü karartarak depo alarm verene kadar gittim. Kocaeli sınırlarına gelene kadar deli gibi ağlamaktan önümü göremeyince sağa çektiğim de oldu, annemin telefonunu açmadığım için boğulur gibi hissettiğim de. Fakat bir andan sonra, muhtemelen bugün olan her şey gibi; hayatımı değiştirecek yeni bir detay farketmiştim.

Para çantasını sahtesi ile birlikte takside bırakmıştım.

Muhtemelen şu an o ***** ellerindeydi.

Dedim ya, bunu fark ettim ama yine de benzinin  gittiği yere kadar sürdüm. Tamamen bitmeden önce sürekli yanıp sönen ışık ve o iğrenç ses katlanılmaz hale geldi. Deniz kenarında bir yerde arabayı özentisizce park edip kapıyı çarptım ve bedenimde arttıkça artan yüzülme hissi ile bir adım atacak hale gelmediğimde tırnaklarımı yüzüme bastırdım. Nefes alamıyordum. Beynimde arabadaki ses dönüp duruyordu. Aklımdaki şeyleri ise bastırmak ve duymamak için her şeyimi verebilirdim. Sürekli yarım bırakılmış cümleler beliriyor ve beni bir girdabın içine hapsediyor, o alarm da yavaşça normal bir alarm sesinden çıkarak dalga geçen bir kadının tiz kahkaha sesini alıyordu.
"Gel kızım şöyle sarılayım bir sana..."
"Sus!" Çığlık attım. Belki utanırdım ve aklımdakileri bastırırdı. Saçlarımı iki kenarından çekerek asılmaya başladım.

Sesler olmasa görüntüler bunun içindeydi. Babam mutfakta yemek yaparken arkadan sarılıyor ve  yanağıma bir öpücük konduruyor. Saçlarımda olan ellerimi mideme götürdüm ve üstüme başıma bulaştırarak kusmaya başladım. Sanki kaburgalarım birbirine giriyordu. Böyle kusmaya biraz devam ettim ama durmuyordu. Sanki her öğürüşümde kemiklerim birbirlerine daha çok kenetleniyorlar ve her biri bir an için aniden kırılabilir gibi.

AybükeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin