Kaçış diyince aklınıza hangi isim geliyor? Benim bazı yazarlar zihnime çok iyi işlediğinden, Aybüke'den başkası canlanmıyor. Tüm içimizde kalmışlıklara mı demeliyim?
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
"Paradan da, tüketimden de nefret ediyorum." Diye geçirdim yerdeki torbaya bakarak. Haliyle yanımızda bir şey olmadığından, bir kaç parça rahat kıyafet de almıştık ceketin yanında. Üzerimdekilerinin bir kısmını çıkarıp yatağa oturdum ve çantaya uzandım. Boy aynasında kendime baktım. Gençliğinin en güzel (!) çağında bir yaratıktım. Aynadaki berbat yüzüme göz devirdim. Üzerimi giyinmeden önce banyoya girsem daha iyi olacaktı. Hâlâ denizin tuzu üstümdeydi. Ani bir kararla banyoya gitmek için kalktığımda, bacağımdaki izleri gördüm. Bir çeşit yaraya benziyorlardı, ya da yıldırıma. Güzel gözükmedikleri kesindi. Kalıcılar mıydı acaba? Telefonumu elime alıp biraz araştırdım.
Hızlı kilo kaybı, kilo değişikliğinden ya da yoğun stresten kaynaklandığı yazıyordu. Tekrar bacaklarıma baktım. Ne zamandan beri oradalardı? Ergenlikten itibaren kilom hep boyumla birlikte artmıştı ve son zamanlarda da herhangi bir kilo değişikliği yaşamamıştım. Belki bir iki kilo, o da zaman içersinde.
"Çatlaklar..." dedim seslice. "Bedenimde... çatlaklar meydana geldi."
O kadar konforlu geldi ki bu bana. Birazdan söyleyeceklerim mantıklı bir açıklaması mı bilmiyorum ama çok rahatladım birden. Bu belki de, 202.odanın benim için bir özgürlük girişimi olmasından kaynaklıydı. Sonunda bu özgürlük girişimim intihar girişimi ile bile bitmiş olsa, bugün evden havaalanına gitmek için çıkmıştım. Kendimle yeni bir gelecek için. Hayatı yenmek için. Şu an kaybetmiş gibi gözükebilirim ama, bu yaralarla bakıştığıma göre bunu hatırlayan yalnızca 202.oda olmayacak.
Benim dışında, biri daha mücadeleme şahit.
Ve hep, içten içe kendime çok yükleniyordum. Gençlerin depresyonu bana çok saçma ve ilgi manyaklığı gibi geliyordu. Kendiminki de dahil.
Neticede, benim dedelerimden biri; 1.Dünya savaşına katılmıştı ve sağ çıkıp gelmişti. Kaç ay harp meydanında kalmıştı ama, o kadar tramvadan sonra bile hayatına kaldığı yerden devam etmişti.
Yani bizim neslimiz için yaşamanın mı değeri yok, her şeyi çok mu abartıyoruz ya da ölüvereceğimizi mi sanıyoruz acaba diyordum. Ataklarım benim için inanılmaz zor geçse de, bittiğinde belki de bu yüzden rahatlıyordum. Çünkü hasta veya, oldukça fakir insanları gördüğümde bu benim vicdanımı mahvediyordu. Kim bilir, belki o atakları da kendime acı çektirip onu susturmak için yine beynim kurgulamıştı. Bir şeylere katlanamadığı için değil.
Peki ya bu çatlak izleri? Hiç ses yapmadan, acı bile vermeden, nasıl böyle belirdiler?
Ataklar kadar tantanacı değiller ama, onlar gibi geçici de değiller...
Yatağımın örtüsünde göz gezdirdim. İşte şimdi vicdanım rahatladı. Ben gerçekten, çok şey yaşamışım sanırım. Başkaları ile kıyaslamak anlamsız olurdu çünkü herkesin acıya dayanma noktası farklı, öyle değil mi?