Konuşmaya nasıl başlamalıyım bilmiyorum. Nasıl biriyle konuştuğumu da öyle. O nedenle öncelikle kendimi tanıtmam daha doğru olur sanıyorum. Ben.. Ben.. Ben neyim ya?
Hikaye çoook çok önceden başlıyor. Ben ilk defa görebildiğim zamanlarda, yani pek emin değilim ama sanırım Milattan sonra 20'li yıllardı. O zamanlarda da tıpkı şimdiki zaman olduğu gibi ne olduğumu bilmiyordum. Bildiğim tek şey önümde duran ve sürekli hareket eden canlı varlıklar olduğuydu. Öncelikle bir keşfe çıktım. Yavaş yavaş anladım o hareket eden canlılara insan denildiğini. Garip bir şekilde duyduğum herşeyi mükemmel derecede anlıyor ve asla unutmuyordum. Tabi ben bunları söyleyince aklınızda dahi bir insan canlanıveriyor. Ama benim ne bir insan gibi beynim ne de hücrelerim var. En önemlisi de, etrafta soru sorabileceğim hiç kimsem yok.
İnsanları izlemeye ve dinlemeye devam ettikçe kendime benzer şeyler duydum. Tanrı, cin vb. Ama hiçbiri tam olarak tutmuyordu. Sonunda araştırmama ara vermeye ve insanları anlamaya çalışmaya karar verdim. Böylesi daha kolaydı. Ama herzaman aklımın bir köşesindeki sorular aklımı bulandırıyorlar hâlâ.
"Niye görebilmeme rağmen gözlerim yok?"
"Niye duygularım var ama hormonların yok?"
"Ben de izleniyor muyumdur? Ben tanrının deneyi miyim?
Neyse. Sorularıma net bir cevap bulamadım ama bence kesin izleniyorum. O nedenle bütün bunları sana anlatıyorum sayın izleyici. Belki sen benim deneyimlerimden birşeyler anlarsın ve sonunda ortaya çıkıp beni aydınlatırsın. Ve ben de mutlu olurum.
Yaşamımın ilerleyen dönemlerinde sadece bir insanı izlemenin bütün insanları izlemekten daha zevkli olacağı fikrine kapıldım.
İlk izlediğim insan Berceste adında bir köleydi. Berceste iğrenç bir hayat yaşıyordu. Kölelik, yaşadığı ülkede soya dayanırdı. O da köle olan annesinin ve kim olduğu bilinmeyen babasının günahlarını hafifletmek amacıyla doğduğunu düşünüyordu. Ama bilmiyordu ki, Berceste günahlarını hafifletemezdi. Berceste bir günah eseriydi.
Berceste'yi ilk gördüğümde 13 yaşında, söz dinleyen, güzel mi güzel bir kız çocuğuydu. O sıralarda kölelere ayrı bir ilgim vardı. Efendilerinin yüzünden gülücük eksik olmazken, hiçbir köle gülmüyordu. Zorlananlar hariç tabi.
Bir gün, Berceste merdivenlerden elindeki tepsiyle inmeye çalışırken zorla giymek zorunda kaldığı elbisenin eteğine takılarak düştü. Merdiven yüksek, Berceste küçüktü. Gözünü açtığında onu karşılayanlardan biri de efendisi olmuştu. Berceste'nin canının çok acıdığı belliydi. Ama neden canı acıyordu ki? O da bu sorunun cevabını bulmak için vücuduna bakmaya çalışırken..
"Yüzün buruşuk gözüküyor. Acaba şimdi olacaklardan korktuğun için mi buruştu o pis sıfatın?"
Berceste olayın ciddiyetini kavrayamadan bağırmaya başladı.
"Efendim, canım yanıyor! Kolum, Kolum acıyor!"
Anlaşılan Berceste'nin kolu kırılmıştı. Ama o anda onun kolunu umursayan tek insan kendisiydi. Efendi, kızın kolunu tutup onu bir yere sürüklemeye başladı. Aynı zamanda kıza sinir püskürtmeye devam etti.
"Sana yapacağımı biliyorum ben! Bir domuz, hayatımın en önemli zamanını mahvediyor ve hâlâ kolunu düşünüyor."
Yaklaşık iki dakika sonra bir balkona vardılar. Kız hâlâ çırpınıyordu ama efendisinin bırakmaya niyetinin olmadığı çok belliydi. Balkonun önünde birkaç bin insan toplanmış ve onları izliyorlardı.
"Sayın bey ve hanımefendiler. Bugün burada, bu karışıklığa ve hüzne neden olan domuza hakettiği cezayı vermek için durmaktayım. Siz de iyi biliyorsunuz. Tanrı soyundan bir insana el kaldırmanın cezası ölümdür. Ama ben, Yüce Çapan hazretleri, tanrımız Kamer'in 19. Varisi ve 2. Dünyanın mutlak hükümdarı...
Kısaca, bizimkisi, efendinin yeğeninin düğününde düşmüş. Düşerken de elindeki tepsideki içecekler falan hepten gelinin elbiseye balıklama atlamışlar.
Ben yeni öğrenmiş gibi anlatıyorum ama spoiler vermemek için tutuyordum kendimi.
Fena gülmüştüm olay esnasında aslında:)Neyse. Berceste durumu acısından dolayı kavrayamıyor gibi görünüyordu. Efendi ise birşey bekliyor gibiydi. Yanına bir köle daha geldi. Kölenin elindeki tepsinin üzerinde kocaman bir satır vardı.
"Güzel halkım ve güzel halkımın içindeki pis domuzlar. Size ibret olsun. Tanrıyla uğraşılmayacağını öğrenmiş olursunuz artık."
Satırı sağ eliyle tutarken sol eliyle de kızın kırık kolunu tutuyordu. Kız çığlıklar içinde çırpınıyordu ama ne çare..
Diğer köle de kızı tutmaya başlamıştı. Hiç beklenmeden kızın sol kolu dirseğiyle beraber vücudundan ayrılmıştı.Sonrasını tahmin edebiliyorsunuzdur zaten. Kız ağladı, bağırdı, sustu, bayıldı.
Uyandığında tek kolu kalmış, sokağa terk edilmişti. Ne düşündüğünü bilemem ama yaptığı ilk şey yüksek bir binaya çıkmaktı. Gökdelenlerden birini gördüğü gibi tırmandı da tırmandı. Sonunda o muazzam görüntüye ulaştı. Gözleri parladı ilk önce. Sonra parlaklıklar sıvılaşıp göz yaşı oldular.Ağladı. Çok ağladı. Mutluluktan mı hüzünden mi bilmem ama, cidden çok ağladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE-KAVGAN
ChickLitBir köle kızın sol kolu kesildiğinde, hayatı tamamen değişir. Ancak Berceste'nin hikayesi, bu acı dolu anla başlamaz. Fiziki varlığı olmayan bir gizemli varlık tarafından gözlenen Berceste, kendisini hayatta kalmak için savaşan bir grup insanın için...