Telefonumun çalmasıyla uyandım. Mezarlıkta güzel gözlü çocuğu gördüğüm yerdeydim. Sanırım geceyi burada geçirdim.
Bugün annemi ziyarete gideceğim. Babam olacak o piç evde olmasın diye ediyordum.
Babamı sevmiyorum. Hiç de sevmedim. Bana ve anneme karşı kullandığı her kelime beynime işlendi, ve her düşündüğümde içimdeki nefret sönmez bir ateşe dönüştü.
Eve geldim. Birkaç yapmacık kahkaha duyduğumda anlamıştım misafirlerimiz olduğunu. Misafirlerin beklentilerini karşılayamazdım asla hiç becerikli olmadığımı söyler ve aşağılarcasına gülerlerdi. Ben bu evin tek çocuğuyum o yüzden anneme yardım etmek de bana düşer. Misafirleri sahte bir gülümseme ile selamladım ve mutfağa geçtim.
Evde yine pek birşey kalmamıştı. Hemen bir omlet yaptım. Yanına maydanoz dalları ekledim. Mercan kayalıkları andıran jambonları, şakayık çiçeklerini andıran sarı lahanayı ve yemyeşil ıspanak yapraklarını da ekleyip tabağıma deniz havası vermeye çalıştım.
Yemek konusunda her ne kadar beceriksiz de olsam bu renkli tabak onların gözlerini boyamıştı, sanki krallara layık bir sofra hazırlamışım gibi beni iltifatlara boğmaya başlamışlardı.
Görsellik bir yemeğin en önemli yanıdır. Çoğu zaman insanlar güzelliğe kanarlar. Güzellik diyince aklıma güzel gözlü çocuk geldi. Acaba o şu an ne yapıyordur? Beni hiç merak etmiş midir acaba? Onu bilmem ama ben onun gözlerine sadece birkaç saniye içinde düşmüştüm.
Eski odama çıkıp kapımı kilitledim. Tam bıraktığım gibiydi odam. Annemin el sürdürmeyeceğini biliyordum. Tam o sırada telefonum çaldı
Lixie arıyor...
"Efendim lixie"
"Hastanedeyiz çabuk gel"Felix'in sesi ağlamaklıydı. Kime ne olduğunu anlayamadım. Telefonu kapatıp hemen evden çıktım.
Çok korkuyordum. Tek bir kişiyi dahi kaybetmeye hazır değildim. Sadece düşünmek bile beni öldürüyor.
Taksi durdu ve hemen hastaneye koştum.
Seungmin girişte beni bekliyordu. Ayakta zor durduğu tek bakışta anlaşılıyordu. Hemen yanına koştum ve koluna girdim.
Titrek nefeslerinin arasında "Chan" dediğini zar zor da olsa anlayabildim.Chan'a biricik abime ne oldu amına koyayım. Hemen odaya çıkıp onu görmek istiyorum. Seungmin'den oda numarasını aldıktan sonra koşar adımlarla merdivenlere ilerledim. 5 kat çıktıktan sonra doğru katta olduğumu anladım. Herkes oradaydı ve perişan haldeydi.
Felix dağılmış görünüyordu. Hyunjin'e sıkıca sarılmış ağlıyordu. Jeongin odanın camından biricik abimi izliyordu. Changbin onun gözlerini kapatmaya çalışıyordu ama nafile. Seungmin'e bir hemşire sakinleştirici yapmıştı koridor sandalyesinin üstünde sızmıştı.
" NELER OLUYOR BURDA AMINA KOYAYIM!"
"CHAN NEDEN ORADA YATIYOR?"
"NEDEN AÇIKLAMIYORSUNUZ LAN BİR ŞEY DİYİN"
Derken dizlerimin beni bırakmasıyla yere çöktüm. Biliyorum sakin kalmalıyım.Jeongin yanıma eğildi ve titrek sesine rağmen anlatmaya başladı.
"Biz de ne olduğunu bilmiyoruz hyung. Söyledikleri doğruysa köprüden doğruca nehre atlam-"
Daha fazla konuşamadı. Changbin onu alıp hemen bahçeye çıkarmak için asansöre bindirdi. Ben ise yerde sessizce ağlamaya devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözler de yalan söyler. (Minsung)
Hayran Kurgu-Ben senin gözlerine inanmıştım Minho. -Gözler de yalan söyleyebilirlermiş miniğim... Sevgilisini kaybetti Han Jisung. Canından çok sevdi, isteseydi canını verirdi... Sahi gerçekten kaybetti mi sevgilisini?