İclal • Onbeşinci Bölüm • Onbirinci Kısım •

1 0 0
                                    

İclal

Onbeşinci Bölüm

Onbirinci Kısım

Okuldan dönerken, korkarak çıktım. Hem arkamı kontrol ediyor hem sağıma soluma bakınıyordum. Birden arkadaşlarıyla yine önümü kesecek, bir şeyler yapacak eve yaralı dönmemi sağlayacaklardı. Hep bu olurdu.

Durağa korkarak yürürken, Damla'yı durakta gördüm... Orada, durakta oturmuş beni bekliyordu. Beni gördü sevinçle ayağa kalktı ve miyavlayarak yanıma geldi. Gülümseyerek, koştum ona.

Durağa geldim. Hemen çantamı açıp, içinde ki mamayı çıkardım. Mamayı açtım ve önüne döktüm. O, yemeğini yerken bende ona doğru eğilerek onu sevmeye başladım... Aklımdan kısa bir süre de olsa... Korku gitmişti.

Damla, aynı benim bugün olduğu gibi korkudan titrediğim bir gün yanıma gelmiş. Bu soğuk hava da bana sımsıkı sarılmış beni ısıtmıştı. Damla'yı çok seviyordum. Dalgınca, Damla'yı sevmeye devam ederken...

Biri elini omuzuma attı. Korkarak geri çekildim. Hemen arkamı döndüm. Bana gülümseyerek bakan Mehmet'i gördüm. Arkadaşları... Neredeydi? Sonradan mı geleceklerdi? Bu kez bana ne yapacaklardı?

Korkarak ayağa kalktım. Koşarak bir ilerdeki durağa gitsem, ordan da aktarma yapıp... Eve gitsem... Param yeter miydi?

"İclal?" Dedi. Korkuyla sıçradım. Kesin! Kesin beni tutacaktı. Yoksa... Yine o karanlık yere mi götürecekti beni! Hayır! İstemiyordum... Orası, çok pisti ve... Orada kimse yoktu, benim o halimi görüp yardımcı olacak hiç kimse...

Orası çok soğuktu, çok karanlıktı...

"Sen-" dedi ama ben hemen bağırarak: "Olmaz! Gitmem ben oraya!" Diye bağırdım. Şaşırdı. Yüzüne bağırmıştım... Ona sesimi yükseltmiştim... Artık kesin beni oraya götürecekti... Korkuyla bir adım geri attım.

Bana doğru elini uzattı... İttim elini, başımı salladım: "Götüremezsiniz! İstemiyorum ben! İstemiyorum!" Diye yeniden bağırdım. Onu çok kızdırmaya başlamıştım, biliyordum ama... Artık acı çekmek istemiyordum. Beni rahat bıraksa olmaz mıydı?

Onun, onların oyuncağı olmasam... Artık olmaz mıydı?

Beni birden tuttu, kendine çekti. Sıkıca, sarıldı. Kollarında çırpınırken: "Götürmeyeceğim, söz veriyorum." Dedi. İnanmadım. Beni bırakmadı, kollarından çıkmak için çırpındım ama olmadı... Pes ettim. Ben, pes edince o sanki mümkünmüş gibi daha da sıkı sarıldı.

Durağa oturduk. Damla, yemeğini yiyip gitmişti. İkimiz de bir şey demeden öylece sessizce oturduk. Galiba, beni tutuyordu. Arkadaşlarını birazdan gelirdi. Çok korkuyordum. İstemediğimi de söylemiştim... Gitse, olmaz mıydı?

"Çok canın yandı ve çok üşüdün değil mi?" Diye sordu. Böyle bir soruyu nasıl sorabilirdi? Ona baktım. Gözleri dalgınca, yere bakıyordu. Elleri dizlerinin üstünde yumruktu: "Tabii çok canın yandı... Sana o çığlıkları attıran bendim. Soğukta üşümenin de..." Kendi kendine konuştu.

Hiçbir şey demedim.

"Seni nasıl düşürüyordum, hangi akılla yapıyordum! Montun!" Sinirle güldü kendi kendine: " Nasıl ya nasıl! Nasıl bir insanın montunu çalıp, paramparça edip... Çöpe ederim, neden ya!" Siniri daha da arttı, sesi de...

"Sana ettiğim hakaretler... Senin gibi, aklı başında birine nasıl ben... Ben nasıl s-" sesini kesti birden. Bana doğru döndü. Kendine olan siniriyle bana baktı. Korkuyla başımı çevirdim. Çok değil, üç dört gün önce beni yere atmış... Aşağılamıştı.

Şimdi birden... Böyle oluşu beni çok korkutuyordu.

"Kim bilir nasıl yandı canın... Acıdı... Çok ağladın değil mi?" Sessizce konuştu. Soğuk rüzgar etkisini arttırırken: "Evet." Diyebildim sadece. Korksam da cevap verdim.

İstemiyordum artık...

Ondan gelen hiçbir şeyi... Nefret ettiğimi de yüzüne söylemek istedim... Etrafımda olmamasını da... Ben de onu aşağılamak istedim.

"O kadar çok ağladım ki..." Dedim, gözlerinin içine bakarak: "Artık, akıtacağım tek bir damla gözyaşım kalmadı." Dedim. Benden... Gözyaşlarımı bile almıştı, bana dair ne varsa almıştı. Yok etmişti. Onun yüzünden korkak, salak birine dönmüştüm.

"Artık, soğuk bana işlemiyor... Neden biliyor musun?" Sessizliğine devam etti. Ona böyle cevap verdiğim için çok şaşkındı, bende kendime ama... Artık, istemediğimi söylemenin zamanı gelmişti.

Korksam da hâlâ, geri adım atmadım. Ona doğru biraz yaklaştım. Bana baktı. "Çünkü... Tırnaklarıma kadar dondum." Dedim. Geri çekilmeden: "Soğuk," güldüm kendi kendime... "Soğuk, etlerimi lime lime etti... Hep akıttığın kanım... Tenimde dondu. Gözyaşlarım, yüzümde buzlandı.

Çığlık çığlığa ağlarken," dedim ayağa kalktım. Üstüne doğru yürüdüm, eğildim yüzüne doğru: "Kendimi kaybederken o sizin pislik ellerinizde..." Yüzüne biraz daha eğildim.

Nefesini tutarak beni izliyordu,  ne olursa olsun geri adım atmayarak onunla burun buruna geldim. "Kendimden nefret ettim. Neden biliyor musun?"

Yutkunamadı. Ellerimi ilk defa ona kaldırdım, boğazına doğru götürdüm ama boğazını tutmadım. "Çünkü... Size izin veriyordum. Benim, aşağılık biri olduğuma beni o kadar inandırmıştınız ki..." Ellerimi boğazına götürdüm. Yavaşça tuttum.

Nefesini, kestim.

İCLALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin