İclal • Onbeşinci Bölüm • Üçüncü Kısım •

4 0 0
                                    

İclal

Onbeşinci Bölüm

Üçüncü Kısım

Kuşlar, ötmeye devam ederken eve gitmeye çok az bir zaman kalmıştı. Enes, tuvalete gitmişti. Sınıf başkanı ise, telefonları almak için hemen arkasından gitmişti. Okulun dış kapısına doğru baktım. İlayda'nın babasının arabası, kenarda duruyordu. Bu hafta, babası getirip götürüyordu.

Sınıfın kapısı çaldı, başımı oraya çevirdim. Enes, geldi. Yanıma doğru yürüdü. Oturdu. Arkama doğru baktım, Mehmet hâlâ horlayarak uyuyordu. "Ayı!" Dedi, Mehmet'e doğru. Güldüğüm dediğine.

O da güldü. "İclal," dedi. "Ben bugün İlaydalarla döneceğim. Annemler orada." Dedi, sessiz kalıp başımı salladım. "Bi' şey-" derken hemen sözünü kestim: "Hayır." Dedim. Başını salladı.

Mehmet'i uyandırmak için başına vurdu. Uyanmadı. "Ayı!" Dedi yeniden. "Burda uyusun da görsün gününü!" Dedi. Dedikleri beni yeniden güldürürken, o arka sırada ki çantasına uzandı çantasını aldı.

"Yarın görüşürüz." Dedi, Enes yanımdan ayrılarak. Hızla sınıftan o da herkes gibi, gitti. Ben sakince, eşyalarımı toplarken Mehmet... Hâlâ uyuyordu. Bu nasıl bir uykuydu böyle? Ona doğru baktım. Uyandırsam... İyi olurdu herhalde?

Elimi omuzuna koydum. Vurdum. Uyanmadı. "Mehmet!" Dedim. Uyanmadı. Yeniden, biraz sert bir şekilde vurdum ve: "Mehmet! Uyan!" Diyebildim. Başını hareket ettirdi. Kıvranarak: "Beş dakika daha..." Dedi, yalvararak.

Güldürdü bu hali, beni. Ona gülerken: "Beş dakika bitti. Uyan hadi!" Dedim, saniyeler sonra. Oflayarak kalktı. Gözlerini ovarken, sağına soluna bakındı. "Herkes gitmiş ya..." Dedi, uykuluca.

Bana doğru baktı: "Bi' sen kalmışsın." Dedi. Bir şey demedim. Montumu, üstüme geçirip fermuarımı çekerken: "Az önce sen," dedi. Ayağa kalktı. "Benimle dalga mı geçtin?" Ona baktım, gülmemek için kendimi zor tutarken, başımı salladım. İnanmadı. Yine de üstelemedi.

"Uyandırdığın için," dedi ensesini saşıyarak. Bana bakarken: "Sağol." Dedi. Sıradan çıktı, bende sırt çantamı aldım. "Hadi gidelim." Dedi. Şaşırdım. Ne? Ne! Niye benimle gitmek istiyordu...

Yoksa, onunla dalga geçtiğim için... Beni çıkışta... Adımlarım durdu. Bana doğru dönüp baktı: "Benim şemsiyem yok. Sende de hep olur. Seninkini kullanacağım bugün de." Dedi, içim rahatladı derin bir nefes aldım.

Yanıma yürüyüp arkama geçti, hiçbir şey demeden... Şemsiyemin yerini biliyor olacak ki, o gözü açtı. İçinden şemsiyemi çıkardı. Fermuarımı kapadı. "Gel hadi. Okul birazdan kapanır." Dedi. Önden, elimde ki şemsiyemle yürürken, bende arkasından yürüdüm sessizce.

Binadan çıktık. O, şemsiyeyi açtı. Bende şapkamı başıma çektim, merdivenlerden inerken... Onu, geçmemeye özen göstererek daha da yavaş atıyordum adımımı. Bana doğru baktı, oflayarak... Şemsiyeyi ikimize tuttu.

"Benim boyum daha uzun olduğu için, benim tutmam gerekiyor. Sen şimdi tutmaya kalksan, sırılsıklam olurum." Dedi. Yağmur ince ince yağarken, okuldan çıktık. İleride ki durağa sessizce yürürken: "Senin," dedi birden.

"Bir hayalin var mı?" Bu da neydi böyle? Niye bu kadar yakın, sıcak davranıyordu bana? Amacı neydi? Yoksa... Ağzımdan sırlarımı alarak bir de beni öyle mi zorbalayacaktı? Yetmiyor muydu yaptıkları!

Benimle nasıl böyle dalga geçiyordu? Vicdansızdı ve çok bencil. O, kötü kalpliydi.

"Hayalini bile söyleyemeyecek kadar," dedi gülerek: "Ezik misin?" Sinirle döndüm ona: "Aşçılık!" Dedim. Yüzüme saçlarım geldi. Sinirle çektim. Rüzgar, biraz şiddetini yağan yağmur gibi arttırdı.

"Yakışır." Dedi sadece. Durağa gelene kadar konuşmadık. Durağa gelince de şemsiyeyi kapatıp bana verdi. Sonra hemen elimden alarak: "Islanırım eve giderken." Dedi. Hiçbir şey demedim bile.

Her zaman, bu saatlerde yemek verdiğim küçük kedim... Damla, yoktu. Etrafa bakınırken: "Otobüsü kaçırdık. On beş dakika sonra kalkacak." Dedi, cevap vermedim. O, yeniden konuştu: "Demek aşçılık ha..." Dedi, kendi kendine gülerek.

Şöyle bir baktı, tepeden tırnağa... "Yakışırsın." Dedi. Ne diyordu bu böyle? Enes, az önce kafasına fazla mı sert vurmuştu? Aklı, kesinlikle başında değildi.

"Benim, en sevdiğim tatlı..." Dedi, bir adım yaklaştı, biraz başını eğerek tam ağzını açtı, bir şey söyleyecekti ki... Gülerek: "Kaldıramazsın." Dedi. Geri çekildi, ama yanımdan ayrılmadı. Yağmur daha da hızlandı, kaldıramazsın diye bir tatlı mı vardı ki? Hiç duymamıştım.

"Gerçekten yakışırsın." Güldü yeniden kendi kendine. Bunun, benimle zoru neydi böyle? Hiçbir şey demedim, ayağıma doğru sürtünen Damla 'ya baktım. Sırtımda ki, çantamı önüme alıp fermuarı açtım.

Mamanın, ağzını açtım ve önüne biraz döktüm. Damla, hemen yemeğini yerken onu severek: "Afiyet olsun, Damla." Dedim. Damla, mırıl mırıl yemeğini yerken Mehmet: "Damla?" Dedi.

Ona doğru baktım: "Kedim." Dedim. Damla'ya baktı. Yeniden gülerek: "Bende, bu mamalar da neyin nesi diye düşünüyordum. Yalan yok kedi kız olduğunu bile düşündüm." Dedi, dediği beni güldürdü.

"Demek, Damla'nınmış ha?" Damla'ya doğru eğildi. Onu biraz sevdi, ayağa kalktı. "Bugün," dedi. "Beni uyandırdığın için teşekkür ederim." Dedi. Başımı salladım. Neden, iki kere teşekkür ettiğini anlayamasam da... Üstüne varamadım.

Konu Mehmet olunca, bana ne yapacağını... Yapabileceğini kestiremiyordum.

İCLALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin