İclal • Onbeşinci Bölüm • Dördüncü Kısım •

2 0 0
                                    

İclal

Onbeşinci Bölüm

Dördüncü Kısım

Bağcıklarımı bağladım. Ayağa kalktım. Yavaşça kapıyı kapattım. İlyas, daha yeni uyumuştu... Annemi de uyandırmak istemiyordum. Merdivenlerden aynı sessizlikte inerken tam, Feride teyzelerin kapasının önünden geçiyordum kapı yavaşça açıldı. Feride teyze, yine elinde sandviçle bu kadar erken bir saate kalkmıştı.

"Feride teyze..." Dedim utanarak. Gülümseyerek: "Sus bakayım. Aç aç, nasıl zihinin alacak dersleri, nasıl anlayacaksın!" Sandviçi uzattı. Utanarak aldım. "Teşekkür ederim, afiyetle yiyeceğim." Dedim. Başını salladı: "İyi dersler kızım, Allah'ım zihin açıklığı versin. Dikkat et." Dedi. Gülerek başımı salladım.

Ben, merdivenlerden inerken arkamdan baktı. Sonra kapıyı, kapadı. Binadan çıktım. Hızla, aşağıda ki durağa yürümeye başladım. Köşe başını dönerken, bana biri seslendi.

"İclal!" Arkamı döndüm. Mehmetle göz göze geldim. Bunun burada ne işi vardı? Elinde ki, poşeti sallayarak yanıma geldi. Ağzında yeni yaktığı sigara vardı. Gözlüğünü düzeltti. Bazen, gözlük takıyor bazen takmıyordu.

Genellikle, saçını uzun kullanıyordu. Tipini, sevmiyordum. Aslında daha doğrusu, onu sevmiyordum.

"Günaydın," dedi sigarasını parmaklarının arasına aldı. Yüzüme doğru üfleyince öksürdüm. Başımı salladım, ona hiç bulaşmadan, önden hızlıca yürüyecektim ki kolumu tutarak: "Nereye?" Dedi.

Kolumu çektim, izin verdi çekmeme. Bir şey demedim. Yan yana yürürken durağa ikimiz de sessizdik. O izmariti yere atarak, ayakkabısının ucuyla söndürdü. Tam içmemişti.

"Aç mısın? Yesene elindekini." Dedi. Sandviçimden bahsediyordu da... Ne zaman istersem yerdim. Bari beni böylesi konularda rahat bıraksa olmaz mıydı?

Bir şey demedim: "Elinde tutma o zaman. Ver çantana atayım." Dedi, sandviçime uzunadı eli. Hemen çektim. "Neden?" Dedim. Anlayamadı. Öksürdü, başını çevirerek. Sonra yine bana döndü: "Ne neden?" Diye sordu.

Şimdi, bana böyle davranarak mı dalga geçip zorbalık yapacaktı? Adımlarımı biraz hızlandırdım, koşarak peşimden gelip: "Ne, neden?" Diye sordu. Kolumu çekmeme izin vermedi. Biraz sıktı.

"Normalde, yüzüme tükürmek için konuşursun benimle... Ama şimdi..." Sessizleştim. Gözlerime takılı kalıp bakarken: "Yüzüne tükürmek için mi..." Diye sessizce fısıldadı. Kolumu çektim. Onun cevabını beklemeden, hızla durağa doğru yürüdüm.

İkimiz de aynı dolmuşa bindik, yan yana oturduk. Başımı cama doğru çevirip, koltuğa yasladım. "İclal?" Dedi. Ona doğru dönmedim. Ona cevap vermeyeceğimi anlayınca bacaklarımın üstünde ki çantamı çekmeye çalıştı. Hemen tutup, ona doğru döndüm.

"Benim uykum var." Dedi. Sinirden, gülmemek için zor tutarken kendimi, sadece yüzüne baktım. O gülümseyip, yine her zamanki gibi duygularımı umursamayarak: "Sen, en çok patates kızartmasını seviyorsun değil mi?" Diye sordu.

Gözlerimi devirdim, dayanamayarak. Güldü, başını salladı: "Biliyorum. Doğru işte." Dedi. Hiçbir şey demesem bile o konuşmaya devam etti: "Ben, balık seviyorum. Bütün balık çeşitlerini seviyorum, deniz ürünleri yani... Ayırt etmem. Ama en çok, hamsi buğulama seviyorum." Dedi. Bu gereksiz bilgiyi ne yapacaktım ki ben?

"Tamam." Dedim, sadece susması için. Sağ bileğini sallayarak saatini düzeltti. Gözlerini bileğine çevirdi. Sonra hemen bana baktı, gözlerini hemen kaçırdı... Ama... Nasıl? Saati yoktu. Normalde hiç çıkartmazdı saatini.

Sınıfta aylarca övünmüştü, ailesinin ona aldığı doğum günü hediyesini millete gösterip deyim yerindeyse hava atmıştı. En çok da, bana. Saati, uzaktan bile bas bas: " Ben çok pahalıyım!" diye bağırıyordu. O, saatini öylesine çıkartacak biri değildi.

Saatsiz bileğini kaşıdı. "Aşçılık ha..." Dedi, bana doğru döndü. "Çok yakışır." Dedi, aynı dünkü gibi bir tavırla. Gözlerimi kaçırdım, katlanamıyordum ona. Oflayarak, gözlerimi kapadım. Kısa bir süre sonra, omuzumun üstünde başını hissettim.

"İclal." Dedi. "Seninle artık uğraşmayacağım." Ona doğru döndüm, kolumu oynattım başını çekmesi için, başını kaldırdı. "Sonuçta..." Dedi. Gözlerime öyle bir bakıyordu ki... İçim ürperdi. Yutkunmadım, korkudan.

"Oyun bitti." Dedi.

Dolmuştan ikimiz de indik, ben hızlıca önden yürüdüm. O da peşimden gelmedi. Okulun bahçesine girdim, ilerde arkadaşlarıyla oturan İlayda'yı gördüm. Bana gülümseyerek bakıp, el salladı. Bende ona gülümseyerek baktım. Bugün biraz geç kalmıştım. Normalde bu saatlerde gelmezdim.

Hızlıca, merdivenlerden çıkıp binanın içine girdim. Sınıfıma doğru yürüdüm. Kapıyı açtım. Enes... Gelmiş miydi? Benim sıramda oturuyordu, başında da... Tuğba, Seher ve Tülay vardı. Onların yanına doğru yavaşça yürüdüm. Enes, kızlara komik bir şey anlatıyor olacak ki... Hepsi gülüyordu.

"Aa, hoşgeldin!" Dedi, Enes. Kızlar bir bana bir Enes'e bakarken: "Günaydın." Dedi Enes. Sıramdan kalktı. Kızlara doğru bakarak: "Yaa! İşte öyle oldu!" Dedi. Kızlar kendi aralarında gülerken, Tuğba saçlarının ucuyla oynayarak... Gözlerini kaçırarak: "Bizimle kantine gelmek ister misin?" Diye sordu.

Enes, gülerek: "Teklifi daha sonra alsam?" Dedi, yüzünde ki gülümseme de neydi öyle? Kızlar üstelemeden yanımızdan ayrıldı. Enes bana doğru baktı, yüzüme biraz ciddiyetle bakıp direkt: "Ayrılalım mı?" Dedi. Ne diyordu?

Şaşırdım, hiçbir şey diyemedim. "Ya da dur! Senden ben ayrılıyorum." Dedi. Ne kadar da duygusuzca konuşuyordu böyle... Tam gidiyordu ki, bileğini hemen tuttum ama beni saniyesinde sıraya itti. "Salak..." Dedi, bileğin de ki saati... Düzelterek.

İyi de onun saati hiç yoktu ki... Saatine baktım, bu saat... Mehmet'in benimle uğraştığı saati... Yutkunmadım. Onun bileğinde ne işi vardı?

"Senden değerli bu saat!" Dedi, yüzüme doğru bağırarak. "Neyse! Bunu yok sayıyorum... Bir daha olmasın!" Parmağını yüzüme doğru sallayarak tehdit vari bir tavırla: "Yoksa kötü olur!" Dedi.

Hiçbir şey dememe izin vermeden, sınıftan kapıyı yüzüme çarparak... Hayatıma girdiği gibi çıktı.

İCLALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin