🎵Son Dört, Sen Sev✤
Venüsün bakış açısıyla devam etmektedir.
Belki de benim aşk sandığım duygu, vicdanımın azabıydı. Hiçbir duyguyu doğru yaşayamazken, sadece soluğumun varlığı beni gerçek kılıyordu. Ben bu dünyaya intikam için getirilen bir çocuktum neticesinde.
Elimdeki fincanı inceledim. Antika bir porselen çay fincanı, zarif ve incelikle işlenmiş, beyaz bir taban üstüne mor çiçek deseniyle süslenmişti. Zirva'nın küçükken çay partisi için kullandığı fincan takımına benziyordu bunlar.
Sorgusuz sualsiz güzel demlenmiş çaydan bir yudum aldım. Kuşların cıvıltısıyla, karşımdaki manzaraya kaydı bakışlarım. Güneş gökyüzünde parlarken, çiçeklerin rengarenk dansı süslemişti bahçemizi. Yeni açmış nergislerin kokusu doldu burnuma. Ardından Zirva'yı gördüm orada. Tam hayallerimin ortasında, küçük bir oğlan çocuğu ile koşturuyordu bahçemizde.
"Babacığım." diye seslendi minik bir ses.
Suratımdaki gülümseme, tüm yüzüme yayıldı. Ben dünyanın en mutlu insanıydım.
Zirva'nın küçük çocuğa kondurduğu öpücüğü kıskandım istemsizce.
Bahçede hakim olan huzur, bir anlığına zaman durmuş gibi hissettiriyordu.
Düşüncelere dalan zihnim, oğlumun ve Zirva'nın yanıma geldiğini fark etmemişti bile. Birlikte oturduğumuz masanın etrafında, çiçeklerin ardına saklanan kuşlar şarkı mırıldanıyordu. Oğlum masanın üzerindeki kurabiyeleri annesine uzatırken, üstümüzde uçuşan kelebekler neşemizi arttırdı.
Bir anda siyah bir silüetin varlığını hissettim arkamda. Bir korku içimi kaplarken, ayağa kalkmamı engelleyen görünmez bir bağ oluşmuştu. Zirva ve oğlum telaş dolu gözlerle kalakaldılar. İki el ateşin ardından, yere yığılan bedenleriyle acı bir şekilde haykırdım.
Korkuyla yerimden fırladım. Kan ter içinde kalmış bedenim, soluklanmaya çalıştı. Zirvasız böyle başlangıçlara alışmıştım artık. Komidindeki bir bardak suyu içerken, aşağıdan gelen sesleri duydum. Kimseyi uyku tutmamıştı anlaşılan.
Ayaklarımı yataktan sarkıttım, gözlerimi ovuşturdum. Kendimi tekrar uyku için ikna edemeyeceğimi bildiğimden terliklerimi giyerek odamdan çıktım. Aşağıya indiğimde, Boğaç'ın öfkeyle bir şeyler mırıldanışı kulaklarımı doldurdu.
Salondakileri kafamla selamladım. "Sorun nedir?"
"Sevgilisi." diye yanıtladı İsa.
Kanepede başını dizlerine kadar eğmiş, çaresiz görünen Boğaç'ın yanına yerleştim.
"Sofia mı?"
"O kimdi?"
İsa'ya attığım bakış ile sessizleşti.
"Zara." diye yanıtladı Boğaç.
Boğaç'ın tek zayıf noktası, kadınların hepsini masum sanmasıydı. Daha önce bir kez nişanlanmış ve birçok kez ayrılığın ardından toksik bir ilişkiden kurtulmuştu. Henüz yeni yeni toparlanırken başka kadınlara şans vermeye karar vermişti.
"Aldatmış." Kendine yediremediği için kısık bir sesle konuşuyordu.
"Camilla'nın aldatacağı çok barizdi zaten." diyerek yanımıza geldi İnci.
Hepimiz ona anlamsız bakışlar atarken, pot kırmış gibi dudağını ısırdı. "Eyvah, yanlış kişi."
"Boğaç, bariz bir sorunun var. İlişkide herşeyi çok aceleye getirip sürekli yanılıyorsun. Kaderinin peşinde koşmayı bırak, kaderin elbet karşına çıkacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çoban Yıldızı
Teen FictionKaderin oyunu değildi bu, kaderim başkalarının elinde yazılıyordu. Ben de bir kukla misali, ona boyun eğiyordum. "Kukla olmak istemiyorsan iplerini yakmalısın." Kafamdaki düşüncelerin kuklası olmak daha da delirtirken beni, zihnimdeki yılanlarım zeh...