GİRİŞ

30 4 0
                                    

Yepyeni bir kurguyla karşınızdayım.Uzunca bir süredir aklımda olan ama hep ertelediğim bir kurguydu.Artık yazma vakti geldi de geçiyor bile.Bölüme uygun bir kısa şiirden sonra bölüme uçabilirsiniz.

                              ***********
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mi olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
VICTOR HUGO
           
                                  *************

Hepimiz illaki büyük küçük demeden zorluklarla karşılaştık.Bunlardan bazılarını kolaylıkla çözerken bazılarında ise yanan bir mumun yavaş yavaş erimesi gibi içten içe kül olup yanıp yok olduk.

Hayatım boyunca birçok zorlukla karşılaşmıştım.Küçükken bir babaya sahip olmamaktı mesela.Her doğum günümde pastanın üstündeki mumu üflemeden önce"Bu sene daha da uslu bir kız olacağım ve babam gelecek."derdim.Küçükken babamın gelmemesinin nedenini yaramaz bir kız olmam zannederdim.Büyüdükçe gerçeğin öyle olmadığını çok acı bir biçimde öğrendim.Büyükten kastım da 8 yaşındayken.Kırılma noktasıydı o an benim için.İçimdeki çocukluğun yavaş yavaş öldüğü andı.

Şimdi diyeceksiniz bir baban yok amma abarttın sanki canını aldılar.Canımı değil ama o tanımadığım,tanısam dahi baba sıfatına uygun olmayan adam benim çocukluğumu çaldı.Benim de hakkımdı mesela babasıyla evcilik oynamak ya da babasının omuzlarında lunaparka gitmek ya da başıma kötü bir şey geldiğinde babam halleder demek.Fakat olmadı bunlar,olamadı.

Kızmıyorum artık.İçimde herhangi bir duygu kalmadı artık bu duruma uygun.Hepsini tükettim.Özlem,kıskançlık,öfke,nefret,kabulleniş ve sonra koca bir boşluk.İște bu aşamalardan geçtim tek tek.4-5 yaşlarındayken özledim ve merak ettim,insanın babasının olmasının nasıl bir his olduğunu.

8-9 yaşlarındayken arkadaşlarımı kıskandım.Onların babaları vardı çünkü.Okul çıkışı koşarak sarılabilecekleri kocaman güvenli bir dağ.

13-14 yaşlarında öfkeyi hissettim dibine kadar.Boğulmaya başladığım o bataklıkta hâlâ bir baba arıyor olmam öfkelendiriyordu.Lise1,2 ve 3'te dibine kadar nefret ettim olmayan babamdan.Tabi bunda ergenliğin vermiş olduğu çökmüşlük de etkiliydi.

Lise son sınıfta ise bu his hızla yok oldu ve gerçekleri kabullendim.Babasız büyümüş ve mükemmel derecede güçlü bir genç kızdım.Bazı şeyleri olduramazsın zorla.Sorumluluk alamamış sorumsuz bir yetişkindi senin olmayan baban diye hatırlattım kendime.

Bu aydınlanıştan sonra ise artık tek problemim üniversite sınavıydı.Annem gibi başarılı bir savcı olmak istiyordum ve bunu oldurmak için de elimden gelenin de en iyisini yapmaya kararlıydım.Deli dolu ve manyak stresli geçen bir üniversite sınavı senesinden sonra ise tek yapabileceğim şey sınav sonuçlarını beklemek oldu tabi.

Peki bu lise yıllarında hiç mi love mav işlerine bulaşmadım?Aaa!olur mu hiç öyle şey.En alasına bulaştım hemde.Lise1,2,3'te erkek görünce"Şuraya kusam mı hocam?"diyen ben,lise son sınıfta bir açtım pir açtım o seviyeyi.Arka arkaya hemde.

O yaşa kadar babasından ilgi görmemiş bir kızın bir erkek tarafından ilgi görmesinin ne kadar göz boyayan bir his olduğunu anlamamıştım.Çünkü 17'ime kadar "Bütün erkolar kapatılsın!"modundaydım.

Ona ,buluşmamam gereken ruh hastasına,bulaşana kadar.Ona kadar diğerlerinin hepsi gayet normal,salak salak lise aşklarıydı.Hatta neredeyse platoniktim.Sevgili olmadım yani hiç biriyle.Gerçi onunla da sevgili olmadık ama sevgili olsaydım bu kadar dolu dolu yaşamazdım hiç bir şeyi herhalde.Sevgili olmadan sevgili olmak diye yeni bir kavram kazandırdık literatüre.Artık siz düşünün gerisini.

Üniversite sınavınlarının açıklandığı gün ufak bir el ayak titremesi yaşayıp hafif bir öbür tarafa gidip gelmiş gibi olsam da hayattaydım.Yıllardır yana döne istediğim Ankara Hukuk'u en sonunda kazanmayı başarmıştım.Artık tek eziyet o 4 yılı okumaktı.Kâh ağladım derslerden,olmuyor diyerek kâh güldüm aldığım notlardan kâh sövdüm sevgili hocalarımıza büte bıraktığı için ve güzelim tatilimin içine sıçtığı için.Düşe kalka ağlaya zırlaya hoplaya kalka bitti 4 yıl.Avukatlık stajıydı,hakimlik-savcılık sınavıydı derken azıcık bir imanım gevrese de istediğim sonucu elde etmiştim.2 yıl da staj falan derken bir bakmışım atanmışım İstanbul'a savcı olarak.

Kaybolurum ben orada ya!Memeleketimde okurum ne güzel.Ankara'nın suyu mu çıktı?diyen ben İstanbul'daydım şimdi.Çağlayan Adliyesinde.Anamdan ayrı düşmüştüm ama yapacak bir şey yok artık.Ben kendim kaşınmıştım.

Odama girmeden önce kapıda yazan ismime gururla bir kez daha baktım.Ben kim miyim?Mevsim Atay,cumhuriyet savcısı.

İşte bu benim hikayem.

                          ******************
Arkadaşlar,selam.Bu giriş bölümü olduğu için kısa tuttum.Diğer bölümlerde olay akışını kesmemek açısından Mevsimcağızımın geçmişinin bir kesitini burada verdim.Bana destek ve motivasyon sağlamak açısından yıldıza dokunup,güzel yorumlarınızı esirgemezseniz aliyyül alâ olur.Hepinizi kocaman öpüyorum.

Sevgilerden bir demet.

🫀🪽

GEÇMİŞTEN BİRiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin