Dışarıdan gelen kapı çarpma sesine küfür ederek uyandım. Evet her gün güneşi selamlayarak uyanırım zaten. Her ne kadar arkamı dönüp uyumak istesem de kupkuru olan boğazım buna izin vermedi. Kalkıp hantal adımlarla mutfağa doğru yöneldim. İnsanların mutfağında görebileceği çok fazla şey vardır ama ben kot pantolonla masada sigara içen bir Sıla görmeyi beklemiyordum.
Gözlerim yarı açık bir şekilde "Bu saatte hala ayakta olmanın sebebini öğrenebilir miyim?" diye sordum. Her zamanki yavşak tavrıyla ellerini kaldırıp ağzında sigarayla "Ben suçsuzum hakime hanım." dedi.
"Artık cidden rüyanda sigara gördüğünü düşünmeye başladım."
"Utkan ile yarışamayacağımı anladım da kendime bir tane yakayım dedim." dedi yeniden dalgaya vurarak.
Göz devirdim kurduğu bu cümleye. "Utkan'ın da amına koyayım, tüm erkeklerin de amına koyayım. Değil erkek adı duymak, Behlül'ü bile görmek istemiyorum."
"BENİM HAŞİN ERKEĞİME NELER DİYORSUN ÇOK AYIP!" dedi hanım hanım neler söylüyorsun diyen tavırlarıyla.
Artık gülüp geçmek dışında bu manyağa cevap bulamıyorum gerçekten.
Kurulduğu köşesinden kalktı. "Bugün hiç uyuyamadım ve yarın iş var. Gidip üç saatimi bayılarak geçirmek istiyorum."
"Tamam tamam hadi uyu. Gözlerinden uyku akıyor."dedim ben çok ayıkmışçasına.
Sıla'ya kızmıştım ama uykusu kaçıp saatlerce sigara içme sırası bendeydi artık.Aşırı uykucu ve hantal bir insan olmama rağmen uykusuzluk bu sefer beni etkilememişti.10 saniye sonra ise mutfakta yalnız başımaydım.3 gündür yaşadığım hararetli koşuşturma ruhen fazlasıyla hırpalamıştı beni.Değil bir sigara yakmak bir paket kesmezdi şu an.Kafasını dik tutamayan bebekler gibi bir sandalye çekip başımı usulca masaya yasladım.
Şu an dünya dursaydı mesela ve yaşadığımı kısa süreliğine unutsaydım.Çok mu büyük bir istekti ki bu?Hayatınızda kaç kez işe yaramaz hissetiniz mesela?Ben nefes aldığım her saniye hissediyorum.İçimde bir yerlerde işe yaramazın tekisin sen,doğmak dışında neyi başardın ki diyen o sesi susturmak adına karanlığa başvurmamak için o kadar büyük bir çaba sarf ediyorum ki.Bazen o çabanın içinde boğuluyorum.Ve biliyorum ki o sese kulak verdiğim anda artık bazı şeyler son bulacak.İşte beni en korkutan şey de bu ya!
Uzun süreli baskıya dayanabilen bir insan değilim.Hele ki bu baskıyı bana güvenen insanlar yapıyorsa sabır seviyem 3 yaşındaki çocuğun sabrıyla eş değer oluyor. Bunun nedeni de kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istememem galiba.Korkutuyor bu his beni.Hayal kırıklığı tanımlanamayan bir his çünkü.Sonu gelmiyor bunun.Mutluluğun ya da kederin sınırını çizebiliyorsunuz ama öfke gibi hayal kırıklığının bir sınırı olmuyor.
Bazı insanlar hayal kırıklığının bittiği yerde öfkenin başladığını söyler.Öfke uzun süre devam ederse sonucunda nefret oluşur.Nefretin de bir sınırının çizileyemeyeceğini söylerler mesela.Ama bana göre sınırı cinnettir.O nefret kusulmadıkça asla yok olmaz.Nefretin kusulduğu anda ise insanların büyük bir çoğunluğu kendinde olmaz.Tehlikelidir o yüzden.
Babasız büyümüş bir çocuk mesela...Ya da evladına zarar gelmiş ana baba...Sevdiği tarafından ihanet uğramış bir kadın...
Bunlar en basit örnekler.Bu insanların yaşadıkları duyguların bir sınırı olmadığı için sessizlikleri de tehlikelidir nefretleri de.O an ne tepki verecekleri kestirilemez.Duygular insanları ele geçirdiği anda zihinler tamamen kapanır.Bu yüzden derler ya "Aşk insanı aptallaştır." diye.
Peki neden aşk hiç düşündünüz mü mesela?
Aşk bütün duyguların birleşimidir de o yüzden.Bir duygu değildir,yükseltilmiş bir histir.Mutluluk gibi ya da öfke gibi gelip geçmez.Sadece yerini daha sağlam bir hisse bırakır o kadar.Ama bu insanı aptallaştırdığı gerçeğini değiştirmez.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞTEN BİRi
General FictionMevsim Atay,İstanbul'a yeni atanmış bir cumhuriyet savcısıydı ve geçmişiyle ilgili gereksiz olarak gördüğü ne varsa gömüp yeni bir sayfa açmıştı ya da o öyle zannediyordu.Geçmişinden bir parça olan Utkan Saraçoğlu'yla tekrardan karşılaşana dek. Kad...