Tıpkı dört mevsim gibidir insan...Gülerken yaza,sevinirken ilkbahara,soğurken kışa,hayalleri yıkılırken de sonbahara benzer.Ve mevsim geçer...
Gölge veren ağaçların dalları kurur,sabır taşar
Canından saydığın yar bile
bir gün gelir el olur.
Aklın şaşar...
Dostun düşmana dönüşür.
Düşman kalkar dost olur.
Öyle garip bir dünya...
Olmaz dediğin ne varsa olur.
Düşmem dersin düşersin.
Şaşmam dersin şaşarsın.
En garibi de budur ya;
Öldüm der durur...
(MEVLANA)
**************
Geçmişe takılı kalan biri değildim.Her ne yaşamışsak yaşayalım bir şekilde önümüze bakmamız gerekiyor.Lakin bazı anlar oluyor ki siz isteseniz de istemeseniz de o geçmişe kısa süre de olsa saplanıyorsunuz.Sanki o unutamadığınız an bir şarkıymış gibi geliyor.En olmadık zamanlarda arkadan arkadan çalmaya başlıyor.Bazen çok sesli bazen de bir hayli sessiz olabiliyor.Ben o şarkıdan adım adım uzaklaşmaya çalışsam da bir türlü kurtulamıyordum işte.Kalabalığı sevmezdim ama ne kadar süre yalnız kalırsam o kadar fazla boğuluyordum o şarkıda.Özellikle de başımı yastığıma koyduğum zamanlarda.
"Hayatında yaptığın en büyük hata beni annene benzetmek oldu..."
"Yalnız kalmaya mahkumsun sen.Hem de hayatının sonuna kadar...Kalabalıklar içerisinde bile yalnız hissediyorsan kendini kim olduğunun bir önemi yok."
"Hayatında sen hiç sevildin mi?Bir kez olsun baban başını okşadı mı senin.Aferim,seninle gurur duyuyorum dedi mi?"
İşte bu anlar aklıma tek tek hücum ettikçe keşkeler ortaya çıkıyor bu sefer de.O zaman yapıp pişmanlık duymadığın şeyler daha sonra insanın içine oturabiliyor.Bu vicdan mı oluyor yoksa pişmanlık mı bilemeyeceğim ama ne olursa olsun o duygunun adı neyse bir türlü yakamı bırakamıyordu.Canımı acıtan birinin canını acıtmak istemiştim sadece ama galiba bunu çok adi bir yöntemle yapmıştım.Onun da canı benim ki kadar yansın istemiştim.Başarmıştım da ama hâlâ mutlu olamamıştım.En azından kendimi o durumdan kurtardım diyerek teselli etmeye çalıştım.Çünkü kurduğum o ağır cümlelerden sonra bile tek tutunabildiğim şey o an ki bulunduğum durumdu.Ben yapmasaydım o yapacaktı.Zaten böyle diyerek kırdık ya sürekli birbirimizi.Kırmak da hafif kalır.Her olayın sonunda birbirimizin üzerine toprak attık resmen.
Birinden bu denli nefret ederken aynı zamanda onu nasıl bu kadar sevebilirsiniz ki.Ben bu itirafı kendime çok sonradan edebildim.Ettiğim gün de aslında güvenmeye yeni yeni başladığım o kişinin hiç de öyle güvenilecek bir tarafı olmadığını güç de olsa anladım.Belki de bu öfke bu nefret bu sinir kendimeydi ama ben yanlış yorumluyordum.Bu kadar berbat bir insanı nasıl hayatında önemli konuma getirdin acaba Mevsim diyerek kaç defa sordum bu soruyu kendime fakat maalesef bir cevap alamadım.
O kadar saf ve masumdu ki içimdeki hisler,bazen ben bile hayret ediyorum kendime.İlk defa ayaklarım yerden kesiliyor gibi hissettim sonra birden bire çakılıverdim.Bu hissi 8 yaşındayken teyzem ve annemin babam hakkındaki konuşmalarını duyduktan sonra da yaşamıştım.Yapabildiğim tek şeyse büyük hayal kırıklığım ile gidip yatmak oldu.8 yaşındayken yapılabilecek en doğal şeyi yaptım.Sessizce boncuk boncuk ağladım.Hem de tüm gece.Ertesi gün de hiçbir şey olmamış gibi okula gittim.Ama bir fark vardı o sabah diğer sabahlar arasında.Artık bir babam yoktu.Heyecanlanıp gelmesini istediğim her gün saatlerce hayal ettiğim bir babam yoktu benim.Benim babam sorumluluk bile alamayan hâlâ lise kafasından çıkamamış bomboş bir insandı.Onu yücelten yine bendim yani.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞTEN BİRi
General FictionMevsim Atay,İstanbul'a yeni atanmış bir cumhuriyet savcısıydı ve geçmişiyle ilgili gereksiz olarak gördüğü ne varsa gömüp yeni bir sayfa açmıştı ya da o öyle zannediyordu.Geçmişinden bir parça olan Utkan Saraçoğlu'yla tekrardan karşılaşana dek. Kad...