"Yorma kendini.Bırak hayatına eşlik etmek isteyenler,seninle gelsin." demiş Charles Bukowski.Doğru muydu bu söz peki?Bana göre değil.
Etrafımızda tonlarca insan var mesela.Bunlardan bazıları bizim için değerliyken bazılarının ise hayatımızda olması fazlalık.İşte o fazlıkları siz hayatınızda tutmak istedikçe bitap düşen taraf yine siz oluyorsunuz.Ufak bir aydınlanma yaşayıp hayatınızda temizliğe girişince bir rahatlama yaşıyorsunuz kabul ediyorum bunu.Peki ya hayatınızda istemediğiniz için fırlatıp attığınız ama buna rağmen peşinizi bırakmayan insanlar?
Fazlalık olduğunu bilmenize rağmen uzaklaştıramadığınız insanları hangi kefeye koymamız gerekiyor? Değerliler kefesine mi yoksa gereksiz elemanlar kefesine mi?
Bulduğum yönteme göre bu tür insanları ayıklayabilmek için önce bir farkındalık yaşamak gerekiyor.Önce oturup bir düşünmeliyiz. "Acaba gerçekten istiyor muyum?" diye.Eğer yine de cevap bulamıyorsanız yani aklınız bir şey derken kalbiniz bambaşka bir şey diyorsa işte o kişiye gerçekten değer veriyorsunuz demektir.Siz fark etmeseniz de.
Değişen durumlara göre bazen duygular daha baskın olur bazen ise akıl.Bazen ikisini de birlikte kullanırsın ama asla eşit olmaz ikisi de.Sadece ufak bir bilgi alışverişi olur o kadar.
Eğer kalbinizi dinlerseniz duygularınız yönlendirir sizi,aklınızı dinlerseniz mantığınız.Yani o kişi hakkındaki hükmü verebilmek için bir tarafın baskın gelmesi gerekir.Eğer ikisi de eşitse geçmiş olsun.Tehlike çanları çalıyor demektir sizin için.Aklı kalp devre dışı kalbi de akıl devre dışı bırakır siz de tabiri caizse mal gibi kalırsınız ortalıkta.Sonra bir bakmışsınız tek hücreli bir canlı sizden daha iyi kararlar veriyor.
İşte ben Utkan hususunda iki arada bir derede kalanlardanım.Gereksiz dedikçe ve hayatımdan çıkarmaya çalıştıkça bir bakmışım hayatıma dahil oluvermiş.Hayatımdan çıkaramayınca yanlış kararlar verdiğimi düşünüp hayatıma dahil etmeye çalıştım işte dananın kuyruğu da orada koptu.İçten içe yiyip bitirdi beni bu sefer.Yani ne onunla olabiliyorum ne de onsuz.O yokken her şey güzel gibi ama değil gibi de.Bir şeyler ya hep eksik oluyor ya da yanlış.
Yıllarca bunu düşündüm fakat bir çözüm yolu bulamadım.Ne doğru kişi diyebiliyorum ne de değil.
Suratıma suratıma vuran soğukla gerçekliğe hızlı bir geçiş yaptım.Yaklaşık 3 dakikadır buzdolabıyla ciddi bir bakışma içerisindeydim.Zaten iki saat süren karakolda sorgulama aşamasından buraya ne ara ışınlanmıştım aklım gerçekten almıyordu.Gözüme aşırı güzel gelen rengarenk tencerelerden bana en yakın olanını çıkardım.Akşam yemeği hazırlama sırası bendeydi.Kaç gündür yemekler için Sıla koşturup durmuştu.Mavi tencerenin içindeki taze fasulyeyle göz göze gelince içimdeki tarifsiz heyecan bu görüntüye daha fazla dayanamadı.Göz kırpıştırarak tencerenin kapağını kapatıp aynı heyecanla dolaba geri koydum.
Sebze yemeklerini severim ama bugün içimdeki canavar sebze yemeği yemek istemiyordu.Kararsızlığımla baş başaydım şu an.Ve beni bu ruh halimden çekip çıkaracak bir Sıla yoktu maalesef.
Buzdolabının üzerindeki küçük renkli kağıda yazılmış telefon numarası ilişti gözüme.Yavaş yavaş ilerleyip numarayı telefonuma yazdım.Sıla'nın favori hamburgercisiydi.Yıllardır öve öve bitiremediği şeyi deneme sırası artık gelmişti bence.Hiç düşünmeden aradım ve 4 tane hamburger sipariş ettim.Evet,ikişer tane yiyenlerdendik.
Şimdi tek eksik Sıla'ydı.Dün akşamdan beridir yoktu.Eski bir arkadaşımla buluşacağım diye çıkmıştı evden.Ben yatana kadar da gelmemişti.Sabah da bankada işim var sen işe geç sonra konuşuruz diye mesaj atmıştı.Oturma odasına gitmek için adım atıyordum ki bacağıma sürtünen Behlül buna pek izin vermedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞTEN BİRi
Ficción GeneralMevsim Atay,İstanbul'a yeni atanmış bir cumhuriyet savcısıydı ve geçmişiyle ilgili gereksiz olarak gördüğü ne varsa gömüp yeni bir sayfa açmıştı ya da o öyle zannediyordu.Geçmişinden bir parça olan Utkan Saraçoğlu'yla tekrardan karşılaşana dek. Kad...