Bölüm 6: Barbaros Hayrettin Paşa

86 34 3
                                    

İntikam duygusunu öfkesinin yerini almaya başladı. Vücudu, hançer gibi pençelerinden uzun ve dik kulaklarına kadar ateş gibiydi. Dinlenmek için geldikleri çöldeki vahalar gibi muhteşem olan bu nehir kenarında bile ruhu rahatlayamıyordu.

'En azından sürüm dinlendi.' şeklinde düşünerek bu duraksamanın boşa olmadığına ikna etti kendini.

Sürekli yeni katılımların olduğu sürüsü, pek yakında Afrika'da birlikte göç eden farklı türlerdeki otçul sürülerin toplam sayısına ulaşacak kadar kalabalıklaşmıştı.

Normalde küçük sürülerin bile beslenmesi, yiyecek kıtlığı yüzünden büyük sorun olurken, Kök Tengri cömert davrandığından sürüsü hiç açlık veya susuzluk çekmiyor diye düşünüyordu.

Aslına bakılırsa ne o, ne de devasa sürüsündeki herhangi biri normalde olduğu kadar şiddetli bir açlık veya susuzluk duymuyordu. Buna rağmen hiçbirinin gücünde bir nebze bile olsa eksilme yoktu.

Herkes karınlarını doyurmuş, Volga'nın buz gibi sularından sulanıp Gökbörü'den harekete geçmek için gözünün içine bakarken o, plan yapabilmek ve ileriye bakabilmek için içindeki öfke ve intikam isteğini bastırmaya çalışıyordu.

Geceyi orada geçirmeye karar verdikten sonra herkes uzanıp dinlenmeye başladı bir köşede. Yavruların, annelerin dibinde minik bedenlerini dinlendirmelerinden daha sevimli pek az şey görmüştü Gökbörü. Uyuklayan yavruların üzerine, büyükler sıcacık battaniyeler gibi uzun ve tüylü kuyruklarını örtüp ellerinden geldikçe rahat ettirmeye çalışıyorlardı onları.
Gökbörü, uzaktan sürüyü izlerken on yirmi tane kimsesiz kalmış yavruların sürünün ortasında bir ona yana bir bu yana gezindiklerini gördü. Karınları toktu belki ama anne şefkatine açlardı.

Bu sevimli ufaklıkları seyrederken hem mutlu oluyor, hem onların durumuna bir parça üzülüyordu. Anne ve babası hep onun yanındalardı hatırladığı kadarıyla. Yavruyken her patisi kayıp yere düştüğünde, her karanlık çöküp ine çekildiklerinde ailesi hep oradaydı. Hep başucundalardı. En azından hatırlayabildiği anıları öyleydi.

Bir an duraksadı. Bir araya gelmiş en büyük sürüde bir tane bile yavrunun mutsuz olmasına, kendisini çaresiz ve kimsesiz hissetmesine izin veremem diye düşündü. Tam sürüyü uyarıp küçüklere sahip çıkılmasını haykıracaktı ki iki dişinin etrafında beş altı tane henüz dişleri bile çıkmamış küçücük yavrularla birlikte bu kimsesizlerin yanına geldiler. Dişilerin yavrulara ne dediğini o kadar uzaktan duyamadı ama o yavruları evlat edinip kendikilerinden ayırt etmeden beslemeye başladığını görünce çocuklar gibi sevindi. Yıllardan beri süren güçsüz bedeninin can bulup dirilmesine bile bu kadar sevinmemişti. İçi içine sığmıyordu.

Günlerdir öfke ve intikamla dolu yüreğine su serpilmişti. Ona göre, öfke ile girişilen bir savaş, sanat olmaktan çıkıp cinayet sınıfına giriyordu. Neticede ordu halinde birlikte savaşmak ile haydut saldırılarını aynı şekilde değerlendirmek büyük haksızlık olacaktı.

Bu konuda sonradan kulağına çalınan bir mektup geldi aklına. 'Kaptan-ı derya' sıfatıyla tüm Akdeniz'e hükmeden
donanmayı yöneten Barbaros Hayrettin Paşa'nın Kanuni Sultan Süleyman'a yazdığı bir mektupta bu savaş sanatı ve haydutluk konusunu söyle ifade etmişti:

"Araplar, cenk sanatını bilmez bir kavimdirler. Çölde çapulculuk yapmakla ordu halinde cenk etmeyi aynı şey sanırlar. Cenk sanatını bilen İspanyol kafiri bile Türk leventlerine daima mağlup olagelmişken, hangi akılla bilinmez, bu Arap kabileleri olur olmaz yerde Türkler'in karşısına çıkıp perişan olurlar. Zira onlarda insan canı gayetle değersizdir. Kulluklarını bilip tedbir alacakları yerde, "her şey Allah'tandır" deyip budalaca ölürler. İyi silahları yoktur. Olsa da kullanamazlar. Ateşli silahlarla araları iyi değildir. Sonra en büyük mağlubiyet sebepleri şudur ki, kitle halinde döğüşmenin kaidelerini asla bilmezler. Padişah hazretlerinden bizzat ricamdır ki emrimizde arap leventi bulundurmayınız!"

GökbörüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin