Mavigöz'e emanet ettiği sürü çoktan
Kırgızistan'ın kuzeydoğusunda, Kazakistan sınırına yakın bir bölgede bulunan 1606 m yükseklikte konumlanmış bir dağ gölü olan Isık Göl (Issık Köl)'e ulaşmış, dinleniyorlardı.Üzerinde ne bir ağaç ne de bir hayvan yaşamasına elverişli olmayan dağların yükseklerinde bulunan bu yer çölde vaha gibiydi. Orta Asya'nın vahşi atlarından göçmen kuşlara, büyük yırtıcılardan küçük böceklere kadar her canlıya can veriyordu.
Isık Göl, suyu ılık olan bir tektonik çukurda oluşmuş bir göl olduğundan bu ismi almıştı. Bu yüzden ki uzun bir yolculuk yapan sürü hem su içip hem ayaklarını suya sokarak rahatlama fırsatı buldular.
Gökbörü'yü farketmeleriyle ayağa kalkmak için hamle yapmaları bir oldu. Gökbörü gözlerini bir saniyeliğine kapatıp başını hafifçe aşağı yukarı hareket ettirip onların saygısına karşılık verip dinlenmeye devam etmelerini işaret edince hepsi yorgun düşmüş bedenlerini gölün üzerinden esen rüzgar eşliğinde dans eden çimenlerin üzerine serdiler tekrar.
Orta Asya'yı dünyaya tanıtan yazar Cengiz Aytmatov'un 'Yıldırım Sesli Manasçı' isimli hikayesinde söylediği gibi 'yeryüzünün gökyüzüne bakan gözü' idi Isık Göl.
Gökbörü de diğerlerine katılıp biraz dinlenmeye koyuldu. Önüne gölden henüz avlanan birkaç irice sazan balığı koydular. Gökbörü de göz kapakları boynuyla bağlantılı gibi ufak bir kafa hareketi yaparak teşekkür edip balığı yemeye koyuldu. Isık Gölün bereketli sularında iyice büyüyüp yağlanan sazan, pek bir lezzetliydi. Belki de açlığından böyle hissetmiş olacak. Lezzetliydi lezzetli olmasına da her sazan türü gibi son derece sık kılçıklı olması tadını bozuyordu. O anki gibi doymak için değil de tadına varmak için yiyor olsa muhtemelen bir kenara koyardı.
'Nerde o sarayın yılan balıkları, karidesleri...' diye geçirdi içinden. Genç yaşında devir açıp devir kapatan belki de Osmanlı Devleti padişahlarının en dahisi olan Fatih Sultan Mehmet ile fetihten sonra beraberce yedikleri yemekler gelmişti aklına. Nar gibi kızarmış dumanı tüten ıstakozlar, odun ateşinde ızgara yapılmış mezgitler, mersin ile kekikli yılan balıkları(Osmanlı Devleti döneminde Mâh-i İmar olarak anılıyordu), birer karış büyüklüğünde tereyağında kızartılmış karidesler...
Açlıktan olsa gerek, Fatih Sultan Mehmet ile olan savaş anılarından ziyade oturdukları sofralar canlanmıştı gözünde. Hatta kimisinin kokusunu bile hatırlıyordu. Anılarla sulanmış ağzını önündeki sazanlarla kandırmaya çalışırken her lokmada o tatları düşünüp sanki onlarmış gibi çiğniyordu.
Beraberce yaptıkları muhteşem fethin ardından yıllar boyu süren birer lezzet ziyafetiydi o sofralar. Fatih, deniz ürünlerine o kadar düşkündü ki o sebeple gut hastası oldu şeklindeki söylentiler boşuna çıkmadı elbette. Günümüzde denizlerin bize sunduğu bu enfes tatlara dinen yasak olduğu gerekçesiyle mesafeli duranlara bir türlü anlam veremiyordu Gökbörü.
Bir dönem Topkapı Sarayı müze müdürlüğü de yapmış olan ünlü tarihçi Prof.Dr İlber Ortaylı 'Osmanlı sarayında hayat' adlı eserinde bu konuda söyle söyler:
'Tüm deniz ürünlerine karşı reayanın çoğunda (Osmanlı Döneminde halk 'reaya' olarak anılırdı.) çekince olsa da Osmanlı sarayında sık sık tüketilirdi. Sadece ıstakozda bir kısıtlama vardı. Ramazanda gün içinde susatır düşüncesi ile tüketilmezdi. Fakat zamanla yahudi geleneğini benimseyen müslüman sofular kabuklu canlıları ve pulsuz balıkları da günahtır yenmez kategorisine soktu ve çok insan inandı buna. Böylelikle halktaki çekince arttı ve bu günümüze kadar bu şekilde süregeldi.'
Balıkları öyle ya da böyle bitiren Gökbörü, biraz uzanıp manzarayı izlemeye koyuldu. Isık Göl manzarası yüzünde bir gülümseme oluşturuvermişti. Öncesinde gölden aldığı yudumlar boğazından masaj yaparcasına akarken sonunda anayurda geri döndüğünü tüm benliğiyle hissetti. Aslında bu suyun diğerlerinden pek bir farkı yoktu çoğu kişi için ancak Gökbörü için ev demekti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökbörü
Historical FictionTarih boyunca uluslar sürekli kendi yaşadıkları coğrafyaya özgü bir canlıyı veya hayali bir yaratığı fiziksel özelliklerinden veya davranışlarından dolayı kendilere yakın hissedip sempati beslemişlerdir. Her ırkın kendisini temsil ettiğini düşündü...