Bölüm 2: Ateşi yakmak

136 54 16
                                    


O gün vücuduna saplanan okları pençeleriyle çıkarmaya çalışıp, avlarının etini kemiğinden sıyıracak kadar sert ve güçlü diliyle, yaralarını dezenfekte etmek için yalarken duyduğu bu sözü hayatı boyunca unutmadı Gökbörü. Ne Mete'nin -o andan itibaren Mete Han- sözlerini unuttu ne de sonrasında ordusunun yaptığı savaş çığlıklarını...

Dilini her değdirdiğinde daha iyi olup olmayacağını bilmiyor, sadece yapıyordu. Beyninin içinden gelen dürtüyü sorgulayacak kadar aklı selim değildi o an. Neyse ki o dürtü, Gökbörü'ye yaralarının mikrop kapmasını engellemek ve iyileşme sürecini hızlandırmak için yaptırıyordu bunu.

Bir süre vurulduğu yerde yatarak dinlenip, kendini tedavi etmeye çalıştıktan sonra oradan uzaklaşması gerektiği kararına vardı. Karnına saplanan okları pençeriyle kavramaya çalışarak ve yere sürterek çıkarmayı başardı. Ancak çıkarmaya çalışırken okun ucu vücudunda hareket edip yarayı büyüttü ve kanaması arttı.

Daha önce de yaralandığından kanamayı durdurması gerektiğini biliyordu. Sağ arka pençesini karnına koydu. Kanama, baskıyla beraber bir nebze azaldı. Kas hareketiyle beraber sağ arka bacağındaki hafiflemiş olan acı tekrar kendini gösterdi. Kanama azaldı ama sağ arka bacağının kaslarının üzerindeki oku henüz çıkaramadığı için birkaç dakikadan fazla tutamadı pençesini karnının üzerinde.

Kanamayı başka şekilde durdurması gerektiğini anladı. İnsanların yaptığı gibi yarayı sarmayı gerektiği fikri kafasında parladı.

Ağırlığını sol tarafına vererek biraz sendeleyerek de olsa ayağa kalktı. Yakınlarında av sırasında dinlenmek veya beklenmedik hava şartlarından korunmak için dikilen, etrafına ince bir beyaz kumaş serilmiş dört uzun direkten oluşan basit bir çadır vardı. Yavaş yavaş çadıra doğru ilerledi.

Hızlı bir pençe darbesiyle uzunca bir parça kumaş kopardı. Kumaşı karnına üzerine sıkıca sarması gerektiğini biliyordu. Bunu defalarca kez görmüştü insanlardan. Kumaşın vücudunun üzerinde sıkıca durabilmesi için başlangıç ve bitiş noktalarını sıkıca sabitlemeyi akıl etmesi çok uzun sürmedi. Kumaşı, bir ucu çamurda kalacak şekilde yere yaydı. Ardından çamurlu kısmın üzerine yavaşça uzandı. Kumaş çamurun etkisiyle vücuduna yapışınca, yapışan kısım altta kalacak şekilde kumaş boyunca yavaşça yuvarlandı. Ön ve arka ayakları arası kısım neredeyse tamamen sıkıca kumaşla kaplandı. Son olarak da bitiş kısmını diliyle yapıştırdı. İyice sıkılan karnında kanama ilk başta kumaşı da kan etse de yavaş yavaş azalıp durdu.

Sağ arka bacağına ve sağ omzuna giren okları ise çıkaramadı. Bu iki ok kavraması için daha zor yerdeydi. Onlarca kez denemesine rağmen bu iki oku çıkarmadı. Her çıkarmaya çalıştığında sadece okların yara içinde sağa sola hareket etmesine yol açıp biraz olsun dinen acısını alevlendirmekten başka eline geçen birşey yoktu.

Sonunda acısına katlanıp var gücüyle pençelerini savurarak sağ omzundakini çıkarmayı başardı. Geriye kalan son ikisine de vücudunu biraz kıvırarak hamle yaptı ve okların demir ucu etine sımsıkı saplanmışken dışarıda pençesinin yarısından daha kısa bir odun parçası duracak şekilde okları kırdı.

Bu kadar uğraştan ve kan kaybından sonra bir hayli yorulmuş ve susamıştı. Bu sirada çok da uzak olmayan bir mesafede bir nehrin akışını duydu. Biraz dikkat edince kokusunu da hissedebildi. Yavaş yavaş sese doğru gitti.

Nehir kenarında su içerken arkasından bir ses duydu. Sese doğru dönerken dengesini kaybedip nehre düşüp, şiddetli akıntılarla sürüklemeye başladı. Nehir onun dev vücudunu örtecek kadar derin olmamasına karşın dengesini bozup sürükleyecek kadar güçlüydü. Bir süre sonra kıyıya yakın kayaların olduğu tarafa kendini atmayı başardı. Ancak sırtındaki ok parçaları kayaların arasına sıkıştığından ilk denemesinde karaya çıkamadı. Gücünü toplayıp vücudunu ileri attı ve oklar saplanma yönlerinin tersine zorlanıp üzerindeki eti parçalayarak dışarı fırladı. Karaya çıkan Gökbörü, sonunda oklardan tamamen kurtulmuştu.

GökbörüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin