Bölüm 10: Doğu Türkistan

49 17 2
                                    

Tam orda, Orhun kitabelerinin önünde durmuş göğe bakarak düşünürken 'Türk şair' veya 'Milli şair' olarak da anılan yazar, şair, Meclis-i Mebusan'da ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekilliği yapmış olan Mehmet Emin Yurdakul'un 1897 Yunan savaşı sırasında yazdığı 'Cenge giderken' adlı eserinden bir dörtlük geldi aklına:

Ben bir Türk'üm; dinim, cinsim uludur;
Sinem, özüm ateş ile doludur.
İnsan olan vatanının kuludur.
Türk evladı evde durmaz giderim...

Tüm sürüsünü topladı. Artık düşünme kısmı geçmişti. Harekete geçmeliydi...
Önce zor durumdaki Türk budununu kurtaracak, sonra budunun kendi arasındaki tartışmalara ve kültürel yozlaşmalara son verip birleştirecek ve kutlu Turan yolunda son damla kanına kadar mücadele edecekti.

Bu aşamadan sonra budun yanında olmadan sadece sürüsü ile yapabileceklerinin sınırlı olduğunun farkındaydı. 'Biz işimize başlayınca Türk budunu zamanla katılacaktır.' diye düşünüyor ve planlıyordu.

Karakurum'dan güneye doğru harekete geçtiler. İlerde Gobi çölü başlıyor ve uçsuz bucaksız uzanıyordu. Sürüyü oradan geçirmek demek herkesi tehlikeye atmak demekti. Etrafından dolaşmak zorundaydılar.

Ancak batıda Taklamakan Çölü ve doğuda Gobi çölü sırt sırta vermiş, Asya'nın güneyi ile kuzeyini birbirinden ayırmak için yemin etmiş gibi konumlanmışlardı. Bir zamanlar bozkır olan çevre bölgeleri de içlerine katarak gitgide yayılmışlardı. Bunda dünyanın iklim değişikliği ve bilinçsiz ağaç kesimi şüphesiz büyük rol oynuyordu.

Doğaya saygılı olup sadece ihtiyaç kadar kullanıp sonrasında kestiği kadar tekrar dikme, avladığı kadar doğaya salma gibi uygulamaları olan Kök Tengri inancı bölgeye hakimken, çöllerin yayılma hızı yok denecek kadar azdı.

Ancak yüzyıllar içinde hakimiyet kuran birçok hükümdar, doğadan çok kendi zenginliklerini düşündüklerinden iş günümüzdeki konumuna geldi. Oysaki asıl zenginlik doğanın ta kendisiydi.

Doğayı tüm insan hırslarına ve bencil çıkarlara rağmen korumayı başaranlar da var elbette. Kök Tengri inancını hala devam ettiren Yakuts (Saha) Türkleri yaşadıkları kışın sıcaklıkların -45'e kadar indiği kuzeydoğu Sibirya'nın Yakutistan (Saha Cumhuriyeti) özerk bölgesinde doğayla içiçe denge halinde yaşıyorlar. Yaşadıkları bölge dev bir maden ocağı gibi işlev gördüğü halde onları çevreleyen doğa çelimsizleşip yok olmak yerine gün geçtikçe daha da güçlenip yayılıyor.

'İnsanoğlunu eninde sonunda yok edecek olan yine kendi hırsı olacak. Ya kendilerini yok edecekler ya da dünyayı.' şeklinde düşünüyordu bu konuda. Son öyle olacaktı olmasına da, o ana dek Türk budunu ne yapacaktı? Yok oluşa sebep olanlardan birisi mi olacaktı? Yoksa sonuna kadar ulusu ve dünyayı savunacak mıydı?

Önlerine barikat gibi serilen çölleri etrafından dolanarak aşmak için ya Çin seddi tarafından dolacaklardı ya da geldikleri yolu geri dönerek Kırgızistan üzerinden güneye ineceklerdi. Her iki durumda da yol çok uzuyordu. Tek başına olsa görev için her riski göze alıp çölden geçerdi ama artık sorumluluk yükü omuzlarındaydı.

Her bir yavrunun patisine batabilecek dikenlerden bile kendini sorumlu tutuyordu. Sürüsünün ihtiyaçlarını kendilerinin önüne koyuyordu. Zaten bu da olmalıydı. Bir lider ancak budunuyla bir olup ve ordusuyla birlikte yaşarsa büyük olabilir.

Gökbörü her iki ihtimalin risklerini kafasında karşılaştırarak hangi yönden gidilmesi gerektiğini düşünürken ufukta bir kafile göründü. 20 kişilik bir atlı grubuydu bu. Her birinde Orta Asya'nın iklimine ayak uydurmak için boyundan fedakarlık yapan bozkır atı vardı. Üzerlerindeki kıyafetler geçtiğimiz yüzyıldaki kervanları andırıyordu.

GökbörüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin