1.1K 85 7
                                    

"M-mona iyi mi?"

Sesim titremişti ama umursayacağım bir durum değildi. Mona'nın iyi olduğunu kendi ağzından duymak istiyordum. Duraksadı ve oldukça küçük olan dudaklarını araladı.

"İyi. Gayet iyi."

İçimi rahatlık kaplarken gelme nedenini sorma dürtüsüyle yanıp tutuştum. Fakat, yanlış anlayacağı düşüncesi beni sarsıyordu. Kırmızı tişörtün yaka kısmıyla oynarken hemşirenin bize baktığını biliyordum.

Derin bir nefes aldı. "Kızım ile kek yapıyorduk, üstünü batırdı." gözlerimi irileştirdim. Aceleyle toparladı. "M-Mona yani. Her neyse, çamaşır makinesine atacaktım fakat bir senedir kızını görmediğini düşünüp getirmek istedim. Temiz ve kimyasal kokulu tişört sana onu hissettirmezdi. Bu yüzden yani..."

Başımı salladım sonra tekrar göğsüme bastırdım. Justin, gözlerini kaçırdı. "Sen neden buradasın?"

Gözlerimi aralayıp hemşireye baktım. "Önemi yok. Artık, iyiyim." Birden güldüm. "Sana saldırmam, yani. Korkma"

Justin, gamzesini belli edecek şekilde güldü. "Hayır, aklımdan bile geçmedi."

Asıl aklından geçenlerin ne olduğunu biliyordum. Ve eminim bunu sormak fazlasıyla zordu. "Daha senem var. Hemen çıkmayacağım."

Justin, hemşireye baktı. "Mona yaşıyor. Neden bunu yapıyorlar?"

Sanırım sinirlenmişti; ama yapacak bir şey yoktu. Sonuçta kızımı öldürmeye (!) teşebbüs etmiştim. "Justin, en iyisi bu."

Sesim kısık çıkmıştı boğazımı temizledim. "Beni bulan lanet olası bir Aster var. Burdan çıkarsam, tekrar sağlığımı bozmak istemiyorum. Burada oldukça iyiyim; fakat sen Mona'ya bak-"

Justin, tamamen bana doğru döndü. Normalde akıl hastanelerinde görevli haricinde başka kimse odaya giremezdi; parmaklıklardan oluşan bir çeşit kafeste tutarlardı. Amaç yine zarar vermemekti. Justin ne akla hizmetse odama gelmiş ve rahatça konuşuyordu. "Sen Mona'yı öldürmedin!"

Başımı kaldırdım sonra normal bir şey konuşuyormuş gibi başımı salladım. "Eveet, biliyorum. Ama belki sen yetişemseydin..."

Justin, kaşlarını çattı. Bakışlarını kaçırdı. "Nasıl yani?"

Üstündeki siyah tişörtte yazılanlara uzun süre baktı. "Ama sen... Sen benim geleceğimi bildiğin için yaptın. Doğru... Yanılmıyorum."

Soran gözlerle bana baktı. Tek amacı beni burada suçsuz yere kalmaktan kurtarmak olmuştu. Oysaki o beni polise teslim etmeseydi, buna uğraşmayacaktı. O gün bizi arabasına alırken beni dinlemiyordu ki ben de uğraşmadan, kucağımda morarmaya yüz tutmuş teni olan Mona'yı kendine getirmeye çalışıyordum.

Gözlerim doldu ve görmesin diye tişörtü yüzüme bastırdım. Boğukça "Evet ama denemem yetmez mi? Ya sen bağırışlara rağmen gelmeseydin?"

Justin tereddüt etmedi. "Aethelind, öyle bir şey olmadı. İhtimallerle kendini suçlamayı kesmelisin."

Tam devam edecekti ki hemşire durdurdu. "Sayenizde işimden atılacağım. Bu kadar yeterli Bieber."

Başımı kaldırıp Justin'e baktım. Ayağa kalktı ve üstünü düzeltip beni inceledi. "Peki. Ne kadar istiyorsan kal."

Yüzüme bakmadan ve hemşireyi bile beklemeden odadan çıktığında nerede hata yaptığımı düşündüm?

Asıl hata, kendimi Aster'a teslim etmem değil miydi?

*

1 Hafta Sonra

Düzenli ilaçlar sayesinde (!) iyileşmiş. Tüm izlerimden geriye kızarıklıklar kalmış ve bu yüzden akıl hastanesinden çıkmıştım. Hapishanede tekrarlanan ilk günümde tek düşündüğüm; Aster'ın buraya gelmeye kalkmasıydı. Bu ihtimal yaralarımı sızlatıyordu. Justin'in dediği gibi, ihtimallerle yaşıyordum. Hepsinde bir olumsuzluk vardı ve gerçekleşmekten utanç diymuyordu.

Küçücük hapishane penceresinden tek bir yıldız görünüyordu. Oysaki, akıl hastanesi, beni gökyüzünün izleyicisi yapmıştı. Orada onları izleyerek huzur buluyordum. Burada ise o tek yıldızın sonradan farkına varma ve birkaç dakika sonra sönmesiyle umutsuzluğa kapılıyordum.

Bir haftadır yıldızlar, yön gösterici görevinden hayatıma terfi edilmişti. Hayatıma yön veriyorlardı. Mesela: Yıldız fazla parlıyorsa mutlu olacaktım (ertesi gün Justin gelmişti), yıldız sönükse kötü günler beni bekliyordu.

Akıl hastanesinin yıldızları güzeldi, mutluydu, müptelayi idi. Ama buradaki yıldızlar sönük, depresif ve negatifti. Hiç o kadar parlamaya şahit olmamıştım burada. Zaten tüm kötülükler peşimde gölge oluşturmuştu.

Başımı sert yastığa koyup gecenin tek yıldızını izledim. Bir süre sonra o yıldız ışıltıyla kaydığında demir parmaklık açıldı ve ismim söylendi. Korku, endişe parlaklığa güvenmem yüzünden askıda kalırken o parlaklığı kısa sürmesi yine korkutuyordu.

En itici, en diplomat kıyafetli görevli keskin bakışlarla bana bakarken başımı diğerlerine çevirdim. Hepsi, uykunun çeşitli kollarında farklı diyardaki salıncaklardaydı.

Yataktan kalktım ve Aster olmamasını umarak kadının yanına gittim.

"Şanslı fahişe," diye mırıldanıp müdürün odasına doğru resmen dövüyormuş gibi kolumu sıkan eliyle beni sürüklüyordu. Sesimi çıkarmadım, uzun koridor ve önü arkası kesilmeyen parmaklıklardan teker teker geçtim. Müdürünü mutavazi kapısının önüne geldiğimizde sahte bir gülüşle kapıyı çaldı.

Farklı bir bıyığı olan yaşlı müdürün yıllarını geçirdiği bağırmasına rağmen yüksek sesi kulaklarımda çınlandı. Kadın kapıyı açtı ve sanırım nazik bir şekilde beni direk müdürün önüne sürükledi.

Burada ne halt ettiğimi bilmiyordum fakat arkamı dönmemem için çabaya girdiklerini biliyordum. Yoksa Aster o koltuklarda mıydı?

Gözlerimin koyulaştığını hissettiğimde müdür ayağa kalktı. "Beş yıllık tazminatını ödeyecek bir abiye sahipsin."

Benim kimsem yoktu. Tam ağzımı açacakken kadın bana sessizce küfretti ve koltukta oturan Justin ve ayrıca kucağında bana masum masum bakan Mona'ya doğru döndürdü. Şaşkınlıktan bayılacak gibi olduğumda Mona, mavi gözlerini bana kırpıştırdı.

Evet, Ben uyudum ve rüya görüyorum.

mom ∴ justin bieberHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin