cem karaca • unutmadığım
solcu bir ailenin gözbebeği, ikinci çocuğu olarak çınaraltı'na doğdu. kendisini bildi bileli evinde sosyalist kitaplar okunur, devrimci düşünce konuşulurdu. babası selim bey gençliğinde tıpkı oğlu nevzat gibi yerinde duramayan, eylemden eyleme koşan bir adamdı. oğullarının da hep kendisi gibi olmasını istemişti içten içe. ilk oğlu mahir, kardeşi nevzat gibi değildi. onun kadar cesur, atak ve gözüpek değil daha çok temkinli, sakin ve siyasetten uzak takılırdı. selim bey onların haksızlıklar karşısında ses çıkarmalarını, inatçılığıyla bir şeyleri değiştirebilmelerini, hiçbir şeyden korkmamalarını, kolayca sindirilememelerini istemişti. hukuk fakültesi'nde öğrenciyken bir eylem sırasında tanışmıştı hayatının aşkı serap hanım ile. beraber el ele kaçmışlardı polislerden. birlikte eylemlerde başı da çekmiş, pankart da tutmuşlardı. gördüğü an vurulmuştu kehribarlara. ikinci oğlu, o cesur bakışlarını almıştı annesinden. selim bey'in gurur duyacağı türden bir çocuktu. birincilikle mezun olmuştu liseden. babasına hayranlığı yüzünden hukuk okumak istemişti. gerçekten hayrandı babasına. hayran olunmayacak biride değildi ki. adamın inanılmaz bir hitabet yeteneği vardı. işinde iyiydi. ailesine çok düşkündü. babasının, annesine olan aşkına hep özenerek büyümüştü nevzat. hayatı boyunca bu aşkı aramıştı. bulamamıştı tabi. elbette olmuştu hayatına giren birkaç kız. lise sonda ebru isimli bir sarışın vardı. nevzat'a kendisini unutturacak bir güzelliğe sahipti. beline kadar uzanan altın sarısı saçları, yeşile çalan, nevzat'ın bakmaya doyamadığı renkli gözleri, incecik beli ve bembeyaz teniyle büyüleyiciydi. o zamanlar nevzat ona hissettiği duygunun aşk olduğunu düşünerek liseyi bitirince bu kızla evleneceğini, annesi ve babası gibi şahane bir hayat kuracaklarını düşlerdi.
olmadı.
ebru'yu başka birinin kollarında gördüğünde yaşadığı hayal kırıklığı tarif edilemezdi. aldatılmak yaralamıştı.
her şeyi olduğu gibi bunu da anlatmıştı babasına. sıra dışı yöntemleri vardı selim bey'in. aldatılmış on sekiz yaşındaki oğlunu meyhaneye götürmek gibi.nevzat'ın hatırlamaktan çekindiği bir geceydi. zaman zaman aklına geldiğinde bile düşünmekten kaçındığı bir konuyu barındırıyordu. o gece nevzat fazlasıyla sarhoş olmuş, babasının gözetiminde olacağını bildiğinden kendisini kaybedene kadar içmişti. ertesi sabah evde selim bey ona dalga geçerek kendisine alper'den şikayetlendiğini anlatmıştı.
"alper okuldaki ülkücü öğrencilerle takılıyor baba." ,
"eskisi kadar yakın davranmıyor artık." ya da "okuması için masasına bıraktığım kitabı bile okumamış." gibi şikayetler...
aldatıldığı, hayatındaki en büyük kalp kırıklığını yaşadığı gece aklına alper'in gelmesini şimdiye kadar hiç sorgulamadı. ancak şimdi içinde olduğu rüya, aynı meyhane, arkada çalan aynı ferdi özbeğen şarkısı, aynı kareli örtü ama karşısında babası yerine oturan ülkücüyü barındırıyordu. gülüyordu alper. gülebileceği en içten şekilde gülüyordu solcuya. önlerinde birer rakı bardağı, alper'in önünde nevzat'ın okuması için ona verdiği kitap. çevreleri bomboş. kimsecikler yok. sanki dünya üzerinde sadece o ve alper kalmış gibi. kareli masa örtüsünün üzerinde duran elini, ince, uzun parmaklar kavrarken yay gibi gerilen bedenini hissediyor nevzat. ardından da ülkücünün sıcacık avuç içine yerleşiyor sağ eli.ensesinden sırtına doğru bir ter damlası süzülürken nefes alış-verişleri hızlandı nevzat'ın. rüyaydı. rüyadaydı. bunların hepsi rüyaydı. hatta kabustu.
nefes nefese açtı gözlerini yatakta. leş gibi hastane kokusunu soludu. beyaz tavanla bakıştı. bedeninde inanılmaz, anlatılmaz bir ağrı... aldığı her nefes ciğerlerini yırtacak, patlatacak gibi. bir uğultu çalındı kulaklarına. kim olduğunu başta anlayamadı. sonra annesini gördü. dudakları kıpırdıyor, söylediklerini nevzat anlayamıyordu. parmaklarından başlayıp tüm vücuduna yayılan acı, yüzünü buruşturmasına sebep oldu. yaşayan bir ölü gibi, yaşam fonksiyonlarının hiçbirini yerine getiremiyor, yalnızca gözlerini açık tutabiliyordu. dudaklarını araladı bir şeyler söylemek için. yalnızca acı dolu bir inilti çıktı. annesinin yanaklarına süzülen yaşları gördü. elini uzatıp silmek istedi. kolunu bile kaldıramadı. aldığı her nefes canını yakıyordu. gözleri, akıtmasa da yaşlarla doldu. saçlarında annesinin elleri gezindi. kulağındaki uğultu kesilmişti şimdi. sağ elinde bir uyuşma vardı. parmak uçları karıncalanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
resimdeki gözyaşları , bxb
Fanficson vapura yetişmek için yanından aceleci adımlarla geçen insanların aksine oldukça yavaş ilerliyordu. elinde can yücel'in bir şiir kitabı, sırtında yeşil parkası, boynuna astığı kırmızı atkısı ve ayağındaki postallarıyla onun devrimci bir genç oldu...